Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel: “Kayyumla Ranta, Talana Devam Etmek İstiyorlar”

Haber Tarihi: 07.11.2024

“KÜRT SORUNU YOKMUŞ, ERDOĞAN’IN KÜRK SORUNU VARMIŞ”

“BUNLARIN DOST SORUNU YOKTUR, ERDOĞAN’IN POST SORUNU VARDIR”

“ZORLAYICI BİR ŞANTAJLA, BİR ALGI YÖNETİMİYLE KARŞI KARŞIYAYIZ”

“HİÇBİR PROTESTO POLİSİ, JANDARMAYI İNCİTEREK YAPILAMAZ”-

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, kayyım girişimlerine ilişkin olarak, “149 kayyım atadılar. Bu kayyımlar neden atanır? Alamadığı ili almak, yarım kalan ranta devam etmek için. Ranta, talana, dolana devam etmek istiyorlar" dedi. CHP Lideri Özel, iktidar ortaklarının açıklamalarına yönelik “Yaptıkları, söyledikleri şuymuş, Kürt sorunu yoktur, Erdoğan’ın kürk sorunu vardır. Bunlarca dost sorunu yoktur. Recep Tayyip Erdoğan’ın post sorunu vardır, postunu bırakmak istememektedir. Bir büyük oyun var. Açıkça söyledi; ‘Anayasayı değiştirsek fena mı olur, Erdoğan bir daha seçilse ne olur?’ Hesap bu. Bir al-vere girmişler, pazarlık etmişler. Zorlayıcı bir şantajla, bir algı yönetimiyle karşı karşıyayız” değerlendirmesini yapan Özel, yandaş medya ordusunun teröre destek gibi görüntülere aç olduğuna dikkati çekerek, “Tepki ve protesto haktır. Hiçbir protestonun bir tek polis evladımızı, bir jandarma erimizi inciterek yapılmaması gerekmektedir” ifadesini kullandı.

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin TBMM Grup Toplantısında konuştu. Özel, “Cumhuriyet Halk Partisi’nin değerli milletvekilleri, kıymetli grubumuz, değerli il başkanlarımız, ilçe başkanlarımız, belediye başkanlarımız, yurdun dört bir yanından sesini duyurmak için, ‘bu dertlerin var bir çaresi o da Cumhuriyet Halk Partisi’ diye bakan, buraya gelen, sorunlarını dile getirmeye çalışan vatandaşlarımız, sivil toplum örgütleri, meslek kuruluşları, televizyonlarında izleyen, radyolarında dinleyen kıymetli vatandaşlarım hepinizi Cumhuriyet Halk Partisi adına sevgi ve saygı ile selamlıyorum. Hepinizi burada görmek ya da bizi dinlediğinizi ve işittiğinizi bilmek bizler için çok kıymetli” dedi. Özel şöyle devam etti:

“ECEVİT’E VERDİĞİM İLK SÖZÜ TUTMANIN ONURUNU YAŞIYORUM”

“Bugün güne üçüncü Genel Başkanımız, Başbakanımız, partimizi ve ülkemizi sosyal demokrasi ile tanıştıran, taçlandıran Genel Başkanımız Bülent Ecevit’i mezarı başında anarak başladık. 1970’lerde toplumun tüm kesimlerine ulaşmayı başarmış, o dönemde siyasette büyük bir gerginlik, toplumda büyük bir kutuplaşma, Cumhuriyet Halk Partisi’ne haksız ithamlar yüzünden, partinin ülkenin gerçek sorunlarına en doğru önermeleri seçmenin kulağına ulaşmakta güçlük çekiyorken, siyasi muhataplarının yaratmaya çalıştıkları gerginlik ve kutuplaştıran iklimi onlara rağmen, onları aşarak onların kitleleriyle konuşabilen, dağdaki köyden ülkenin en ücra noktasındaki Yörük çadırına kadar Türk’ünden Kürt’üne, Laz’ından Çerkes’inden, Alevi’sinden Sünni’sine tüm seçmenlere ulaşıp onlara sosyal demokrasinin ne olduğunu, yoksulluğun mezhep, yoksulluğun etnisite ayırmadığını ama bu ayrımcılıkları yapanların, bu keskinlikleri yaratanların yoksulları yoksul bırakmaya devam ettiklerini, örgütlü toplumun önemini ve sendikal mücadelenin emeğe yapacağı katkıları anlamış, anlatmış, hissettirmiş ve o seçmene adeta Cumhuriyet Halk Partisi’ne kulakları tıkalı seçmene doğru dille, hem mücadeleyle ama hem de nezaketle, küfür duysa da küfretmeden, ne kadar saldırıya uğrasa da siyasetin sınırlarının dışına taşmadan o seçmenle konuşmayı başarmış ve girdiği iki yerel, iki genel seçimde partisini birinci parti yapmayı başarmış Bülent Ecevit’in huzurundaydık. Onu, biricik hayat ve siyaset arkadaşı Rahşan Ecevit’i, onunla birlikte siyasi mücadele vermiş, bu ülkeye emek vermiş tüm partililerimizi bir kez daha rahmetle ve minnetle anıyorum. Onun mezarı başına geçen sene bugün gitmiştim. Geçen sene mezarı başına vardığımda hiç uyumamıştım. Çünkü bir gece önce kurultayımız neredeyse sabaha kadar sürmüş, büyük bir demokrasi mücadelesi ve her türlü partimize yapılan haksız eleştiriye rağmen Cumhuriyet Halk Partisi içinde demokrasi olduğunu, çoklu yarış yapıldığını, yapılacağını, yapılabileceğini, bu yarışlarda her sonucun alınabileceğini ve buna da ülkenin nabzını doğru tutan, vatandaşın nabzını doğru tutan, her birisi Cumhuriyet Halk Partili olmanın onuru ve gururunu taşıyan delegelerin bu kararı verebileceğini göstermiştir. O gün Bülent Ecevit’in huzuruna gittiğimde 81 il başkanımızla birlikte gitmiştim. Saatler öncesine kadar birlikte olmadığımız çok sayıda il başkanımızla beraber. Çok sayıda delegemizin artık kurultayı, kurultayda bıraktığını ifade ederek gitmiştim. Demiştim ki, ‘Genel Başkanım huzurunuzdayız, partinin seçilmiş Genel Başkanı olarak ilk sizin huzurunuzdayız. Seneye buraya geldiğimde, sizin gibi partimi girdiği bir yerel seçimden birinci çıkararak ve ilk seçimlerden sonra buraya geldiğimde de partimizi iktidar yaparak geleceğim’ demiştim. Bugün o sözü tutmanın onurunu yaşıyorum. Bugün o sözü tutmanın onurunu, gururunu yaşıyorum. İlk söz tutuldu. Onun gibi girilen ilk yerel seçimlerde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün partisi Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye’nin birinci partisi. Sözlerimizi teker teker tutmaya, teker teker başarmaya, kararlılıkla, inançla, özgüvenle ilerlemeye, bu büyük sözü tutup partimizin yaşayan genel başkanlarına en büyük vefayı, rahmetli genel başkanlarına en büyük vefayı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün partisini iktidar yaparak göstermeye kararlıyız arkadaşlar.”

“YETİM İLAÇ VATANDAŞLARIMIZA DOĞRU POLİTİKAYLA ULAŞTIRILACAK

“Bu kürsüye geçen sene ilk çıktığımda, ilk grup toplantısında gündemimde ilk olarak diyabet hastası çocuklar vardı. Demiştim ki ‘Bugün Dünya Diyabet Farkındalık Günü. TİP 1 diyabetli çocuklarımız var. Doğuştan şeker hastası. Devlet onlara şeker durumlarının ölçülüp insülin iğnesi yapılmasıyla ilgili masrafları karşılıyor. Yani parmağa bir iğne batırıyorsunuz, kan çıkıyor, ölçüyorsunuz. Duruma göre de iğne yapıyorsunuz. Bu küçücük bebeleri, o yumuşacık parmakları, 5-6-9-12 yaşındaki evlatların canını yakıyor. Bu eski teknoloji. Şimdi dünyadaki bütün çocuklar, Türkiye’dekiler hariç artık bundan kurtuldular. Buraya bir sensör takılıyor. Kan şekeri annesinin ve babasının cep telefonuna anlık olarak geliyor. İğne olması gerekirse uyarı geliyor, doktoruna bildiriyor. Hatta ve hatta devamında artık insülin pompası var karına konuyor. Buradan bilgi gidip insülin salgılanıyor. Her şekerden ve her ünite insülinden annenin, babanın, doktorun anlık haberi oluyor. Bizim Sosyal Güvenlik Kurumumuz bunu ödemiyor. Bunu anlatmıştım. Bu gündemden sonra bakan çıkıp, ‘Evlatlarımızın bu sorununu en kısa sürede çözeceğiz’ demiştiler. Bir yıl geçti. İdillerin, Mehmetlerin, Kübraların, Mustafaların günde 10-12 kez parmakları delinmeye devam ediyor. Sayın Bakan, benim hala canım yanıyor. Sizin sözünüzü tutmanızı bekliyor bu evlatlar. Bir kez daha hatırlatıyoruz. Salonun girişinde beni kas hastalığı olan iki evladımız karşıladı. Onların sorunu yetim ilaç sorunu. Yetim ilaç, Cumhuriyet Halk Partisi’nin sürekli dile getirdiği, nadir ve çok nadir görülen hastalıkların ilaçlarıdır. O kadar az görülür ki o ilacı üretmeye ekonomik olarak bir fayda yoktur. Ya üretmezler, çocukların ilaçları yetimdir. Ya da üretirler ama o kadar pahalıdır ki aile alamaz. Maalesef Türkiye’de devlet de almıyor, devlet de ödemiyor. Şöyle bir mesele, yetim ilaç politikası yoksa her birimiz bir ağacın altında, ovada, geceleyin ailemizle çadırda olduğumuzu düşünelim. Yetim ilaç politikanız yoksa birimizin evine yıldırım düşer. Orası yanar. Onun yakınları ağlar, gerisi duymaz. Bunu dünyada böyle yapan, yani ‘Kötü piyango sana vurdu, onu ödeyecek paramız yok’ diyen devlet çok azdır. Maalesef bir tanesi de Türkiye Cumhuriyeti devleti, onu yönetenler böyle yapmaktadır. 2011 yılında girdiğim ilk günden grup başkanvekilliğini bıraktığım son güne kadar Plan ve Bütçe Komisyonu’nda sağlık bütçesine yetim ilaçla ilgili muhalefet şerhi yazan bir milletvekili olarak söylüyorum. Bu kas hastası çocuklar ilaçlarını istiyorlar. Türkiye’de her yaştan çocuklar ya da büyükler, nadir hastalıklarla boğuşan ilaçları ödenmeyen, ödensin diye mahkeme mahkeme gezenler perişanlık çekiyorlar. Grubumuzu, sağlıkçı milletvekillerimizi Sağlık Bakanlığı bütçesinde bu konuyu ana gündem olarak tekrar gündemleştirmeye, Plan ve Bütçe Komisyonu’nda muhalefet şerhini yazmaya, Meclis kürsüsünde bunu savunmaya devam edeceğiz. İki evladımız dediler ki ‘İlacımızı istiyoruz’. ‘Söz söyleyeceğim’ dedim. Ben sözümü tuttum. Bir söz daha veriyorum. Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidarında yetim ilaç diye bir şey kalmayacak. Yetim ilaçlar doğru, akılcı yöntemlerle tüm vatandaşlarımıza doğru politika ile ulaştırılacak.”

“PARTİMİZ, BAKTIĞIMIZ ALTI FİRMADA DA EKİMDE BİRİNCİ PARTİ”

“Bir yıl geçti. Bir yılın sonunda bir yılı değerlendiren bir kamp yapmak üzere Antalya’ya gidiyorduk ancak o sırada Esenyurt halkının seçilmiş belediye başkanına darbe girişimi başlayınca, kampı iptal ettik. Bütün grubumuzu İstanbul’a çağırdık. Başında ve sonunda birer Merkez Yönetim Kurulu toplantısı, iki gün sabahın erken saatlerinden günün ilerleyen saatlerine kadar grup toplantıları, yine tam gün bir Parti Meclisi toplantısı ile bütün meseleleri enine ve boyuna ele aldık. Şimdi hem tespitlerimizi, hem yaşananlara nasıl baktığımızı, hem de konuşmamın sonunda önemli bir çağrıyı yapmayı görev biliyorum. Öncelikle şunu söyleyelim. Altı büyük, hiçbir partiye aidiyeti olmayan, abonelik sistemiyle çalışan firmanın ortalama anketleriyle hepimiz teker teker inceledik kampta. Cumhuriyet Halk Partisi geçen sene bugün kararsızlar dağıtıldığında dahi en yüksek ölçüldüğü ankette 19, ortalama 17, kararsızlar dağıtılmadan yüzde 13’lük bir oyla büyük bir ümitsizlikle karşı karşıyayken bugünden itibaren 81 il başkanının kenetlenmesi, bütün delegelerimizin kenetlenmesi, örgütümüzün kenetlenmesi, grubumuzun mücadelesiyle… Ve aday belirlemede kadınlara ki bugün İzmir belediye başkanları burada, 9 kadın aday gösterdik, 8’i seçildi. 14 genç aday gösterdik, 13’ü seçildi. 31 adayımızın 29’u seçildi İzmir’de. Kadınlara, gençlere ve ölçme değerlendirmeye güvenerek yaptığımız işlerle, partinin uğradığı değişime toplumun açtığı krediyle yükseliş başlıyor. Seçim sath-ı mailine gelindiğinde, partinin oyu bir ay öncesinde yüzde 30’u geçiyor. O ay yüzde 38 alıyoruz ama ‘bu pazar seçim olsa’ sorusuna yüzde 34’lerde ‘CHP’ cevabı veriliyor. O büyük zafer geliyor o gece. Ben bunu öncesinde 105 mitingde isim isim sayarak… Ölçme değerlendirme öyle bir şey. Sürprizlerle veya temennilerle değil ne olacağını bile bile siyaset yapmak, söylediğin sözün doğurduğu sonucu da görmek, gelecekteki umudu da riski de görmek ölçme değerlendirmeyle. Veriye dayalı siyaset. Ben ne Kilis’i bıraktım, size söylemedik; ne Amasya’yı, ne Kastamonu’yu, ne Uşak’ı, ne Afyon’u, hatta Kütahya’yı... Ne Denizli’de yanılttık sizi, ne Balıkesir’de, ne Bursa’da, ne Manisa’da… Ne mevcutları korumakta, ne yenileri eklemekte… O günden beri de aynı altı ortalamaya bakarak gidiyoruz. Parti kah düşmüş, kah çıkmış, kah düşmüş. Daha doğrusu hep çıkmış, yukarılarda kalmış ve bir kere düşmüş. Ne zaman düşmüş, eylül ayında biraz düşmüş. Biz içe kapanıp da kurultay konuşunca. Yani kelime bulutlarında işsizlik, yoksulluk, asgari ücret, emekli, emekçi yerine bizim konuştuğumuz kelimelerin içine kurultaylar, seçimler, delegeler girince millet birazcık ‘eyvah’ demiş. ‘Eskiye mi dönüyor bunlar? Yine birbirleri ile mi uğraşacak bunlar?’ Sadece eylülde düşmüş, ekimde yine çıkmış. 9 firmanın 9’unda ama baktığımız 6 firmanın 6’sında ekim ayında parti yine birinci parti olmuş.”

“CHP’YE VE TÜRKİYE’YE ÜÇ BÜYÜK SALDIRI VAR”

“Bir şeyi gördük, bir şeyi takip ettik. Denemeler var, denemeler. Üç büyük saldırı var Cumhuriyet Halk Partisi’ne ve Türkiye’ye. Saldırılardan birincisi Meclis Başkanını da alet ederek, bir ara ittifak ortaklarını konuşturarak, Meclis Başkanının randevu alıp gelmesiyle ‘Yeni anayasa konuşalım. Bir masa kuralım. Oturalım, anayasa konuşalım.’ Cevabımı net olmuş. Hem Sayın Kurtulmuş’a, hem Sayın Erdoğan’a şöyle dedik, ‘Yetkili kurullarımızdan aldığımız yetkiyle’ dedik, ‘hepinizin ortak iradesini söyleyerek’ dedik. ‘Mevcut anayasaya uymayanla anayasa yapılmaz, anayasa konuşulmaz’. Dedik ki, ‘Vera babası Tayfun’a, partimizin üyesidir ve Gezi tutuklularının hepsi ailelerine kavuşmadan, AİHM kararları uygulanmadan… Anayasa Mahkemesi’ni kapatmak bile konuşuluyor, kararlarına harfiyen uyulmadan… Birinci kademe Anayasa Mahkemesi’ne kafa tutuyor AKP’liler de o kavgada taraf tutuyor. Bu tip işler asla ve asla olmadan. KHK deyip atmışsınız, attığınız KHK’lı mahkemeye gitmiş ve mahkemeyi kazanmış. Hatta hakim, savcı bakmış, soruşturmaya gerek yok demiş, takipsizlik vermiş. Onlar haklarına kavuşmadan… ‘Yani tam bir anayasal uyum olmadan bu kapıyı bir daha bu maksatla çalmayın’ dedik. O kapı orada kapandı. Ama niyet anayasa değiştirmek, bir yandan gündemi ele almak. Çünkü ne konuşuluyor sokakta? Özgür Özel ne konuşuyor, CHP grubu ne konuşuyor, il başkanları ne konuşuyor, ilçe başkanları ne konuşuyor? Biz ‘Asgari ücrete zam’ diyoruz. Dört kez vereceklerdi, ikinciyi bile vermediler. 17 bin liralık asgari ücretin alım gücü düşmüş 10 bin liraya şu anda verildiği güne göre. Biz emekli konuşuyoruz. Biz sendikal mücadelelere destek veriyoruz. Biz yoksulluk konuşuyoruz. Umutsuzluğu umuda çevirmeye çalışıyoruz. ‘Aman’ dediler, ‘Bütün anketlerde bunlar yukarıda. CHP’nin gündeminde, halkın gündeminde. CHP birinci, biz geride. Gündemi ele alalım.’ Anayasa sisi hem gündemi ele alacak, hem de Tayyip Beyin gönlüne göre yeni bir anayasa yapacak. Tam o gündem kapandı. Ardından toplum hayat pahalılığı altında ezilirken, kadınlar, çocuklar, bebekler, canlar, kediler, köpekler, ormanlar yaşam tehdidi altındayken, yaşam hakları ihlal ediliyorken bu sefer üçüncü dünya savaşını konuşmaya… İsrail’in Türkiye’ye saldıracağını Meclis kürsüsünden söylemeye, bir anda televizyonları ‘İsrail’in fırkateyn sayısı Türkiye’ninki, onda F-35 var bizimki F-16, onun gök kubbesi var bizimki zayıf mı, ordu güçlü mü güçsüz mü?’ tartışmasıyla ‘güvenlik konuşsunlar, yoksulluk konuşmasınlar’ diye bir tartışma başlattılar. Orada başta bazı liderlerin, bazı kıdemli siyasetçilerin de haksızca söylediği bir şey Meclis tecrübemiz sayesinde ne kadar doğru olduğu ortaya çıktı. Dedik ki, ‘Ülkenin Cumhurbaşkanı böyle korku siyaseti yapamaz. Hemen kapalı oturum yapacağız. Gelip anlatacaksın. Gelmiyorsan, bakanlarını yollayacaksın. 10 yıl açıklanmayacak bu bilgilerle İsrail’in Türkiye’ye saldırı tehlikesini öğreneceğiz. Eğer hak verirsek susacağız ve destek vereceğiz. Ama sen bunu siyaseten yapıyorsan söylemediğini ifşa edeceğiz.’”

“SALDIRININ HANGİ AMACA HİZMET ETTİĞİNİ AKLIMIZDA TUTALIM”

“Efendim ‘Kapalı oturum milletten gerçekleri kaçırmaktır’ diye bir safsatadansa gördük ki hep beraber orada hiçbir şey konuşulmadı, konuşulanı söylemedik, konuşulmayanı ifşa ettik. Ve millet böyle bir şeyin siyasete alet etmek için, korkuyu örgütlemek için, -umudu örgütleyemiyor- korkuyu örgütlemek için yaptıklarını ifşa ettik. O günlerde sundukları kanun teklifi vardı, savunma sanayi fonu. Hepimizden 60 milyar toplayacaktı. Bütçe var, koy oraya 60 milyar lazımsa, 160 milyar koy. Yok, senden benden toplayacak. Niye? Aidat aidiyet yaratsın diye. ‘Bu kadar zor durumdayım ama devletimiz bu kadar büyük bir tehlike görmese, bu kadar yoksulluk varken gelip de benden para istemez. Demek ki tehlike büyük’. Bu hissi yaratmaya çalıştılar. Maskelerini düşürdük, şimdi o kapalı oturumu eleştiren kimse yok. Herkes diyor ki ‘Evet bir gündem yaratıldı, Üçüncü Dünya Savaşı gündemi yaratıldı ama bunun maksadı vatandaşa oyalamaktı, kandırmaktı’. Onu da savuşturduk. Tabii o sırada tehlike büyük denirken, o sırada savunma sanayi fonu teklif edilirken, o sırada TUSAŞ‘a yapılan, TUSAŞ’ımıza yapılan hain terör saldırısını, o saldırının hangi algıyı pekiştirdiğini, o saldırıyı yapan terör örgütünün hangi amaca hizmet ettiğini de aklımızın bir kenarına hep tutalım. O saldırıyı yapan terör örgütü ki PKK üstlendi. O gün yaptığı saldırıyla yaratılmaya çalışılan iklime ne katkı sağladıklarını görelim, PKK’nın bu eylemi kime yarıyor, bunu bir kenara not edelim. PKK’yı tanımak açısından, bunları tanımak açısından.”

“BAHÇELİ, AĞZINDAKİ BAKLAYI ÇIKARDI”

“Partimiz sürekli halkın gündemini konuşurken yeni bir saldırı ve yeni bir hamle, ülke gündemini meşgul etmeye başladı. Sayın Bahçeli önce bir el sıkıştı, ardından geldi şu yan odada bir kürsüde Abdullah Öcalan’ın Meclis’teki o kürsüye, kendi konuştuğu kürsüye davet etti. ‘Gelsin, bu kürsüden çağrı yapsın’ dedi. Bir kere o kürsüye DEM kürsüsü demenin, o kürsünün Meclis kürsüsü olduğu gerçeğini, yani Türkiye’deki Türkiye Büyük Millet Meclisi‘nde bahçede de yapılsa bir açıklama bunun yasama ve denetim faaliyeti olduğu anayasal bilgisini bir kez daha hatırlatmak, vatandaşlarımızla paylaşmak isterim. Dedi ki ‘Gel bakalım buraya ve bir açıklama yap. Sonra da umut hakkından yararlan’. O günden bugüne Türkiye bir gündemle çalkalanıyor. Recep Tayyip Erdoğan’a geçen hafta yaptığım çağrı şuydu: ‘Konuş, Bahçeli’nin sözlerini paylaşıyor musun, paylaşmıyor musun? Konuş’. Bu çağrımızdan birkaç gün sonra Devlet Bahçeli‘yi övgü dolu sözlerle sahiplendi yani bu projenin aralarında bir fikir ayrılığı olmaksızın hazırlandığını, Devlet Bahçeli tarafından sunulduğunu, kendisinin de belli bir suskun kaldıktan sonra buna sahip çıktığını netleştirdi. Bugün de Sayın Bahçeli yaptığı konuşmada aynen şu ifadeleri kullandı: ‘DEM Grubu’na gelsin’, -bizim kürsüyü alsın diyor- umut hakkından istifade etsin. Sözümün arkasındayım, teklifimde ısrarlıyım. Tabular kalktıkça, ezberler bozuldukça, statüko delindikçe, insanlar birbirine dürüst davrandıkça, içlerinden geçeni özgürce söyledikçe bir anlaşma ve bir mutabakat noktasından diğerine küçük adımlarla ilerlemek çok daha kolaydır’ diyor. Ve esas bunu ömrüm boyunca saklayacağım. Ağzındaki baklayı çıkarıyor. Belki siz buradayken tam duyamamış olabilirsiniz. ‘Birbiriyle huzura kavuşamayanlar, birbirleriyle bir arada yaşayamayanlar, Türkiye’nin ayrımcılığını nasıl giderecek’? Ben ‘Eşitlik yok, Kürtler eşit hissetmiyor, Kürtler ayrımcılığa uğradığını hissediyor’ dediğimde buna laf edenlere söylüyorum. Devlet Bahçeli diyor ki ‘Türkiye’nin ayrımcılığını nasıl giderecek? Nasıl bir arada yaşayacak? Bu kapsamda lazım gelen anayasal düzenlemeyi yapmak, bu kapsamda lazım gelen anayasal düzenlemeyi yapmak önümüzdeki görevler arasında olmayacak mıdır? Devlette devamlılık, siyasette istikrar, Türkiye yüzyılının inşası için Sayın Recep Tayyip Erdoğan güvencedir, milletin sevdalısıdır, tecrübesi ve birikimiyle bize göre tek seçenektir’ diyor. Ve konuşmasında ‘Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bir kez daha seçilmesi doğal ve doğru bir tercih değil midir’ diyor.”

“RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN POST SORUNU VARDIR”

“Şimdi bütün Türkiye duysun ki neymiş? Yaptıkları, söyledikleri şuymuş, Kürt sorunu yoktur, kürk sorunu vardır. Recep Tayyip Erdoğan’ın kürk sorunu vardır. Ne Türk ne Kürt ne Alevi ne Sünni bunların dost kaygısı yoktur, dostluk projesi yoktur. Bunlarca dostluk sorunu, dost sorunu yoktur. Recep Tayyip Erdoğan’ın post sorunu vardır, postunu bırakmak istememektedir. O kadar ki sırf Recep Tayyip Erdoğan geçmişte ‘Balda tuz bulunmaz, bir tek senden Cumhurbaşkanı olmaz’ dediği Recep Tayyip Erdoğan, bir kez daha aday olabilsin, bir kez daha seçilsin diye anayasa değiştirmekten, bunun için de gerekirse Abdullah Öcalan’ı bile Meclis’e getirmekten bahsetmektedir, samimiyet budur. Sonda bu konuda önemli bir çağrıda bulunacağım ancak partimizin Kürt sorununun var olduğunu, çözüm adresinin Meclis olduğunu, ancak toplumsal mutabakatla bunun sağlanabileceğini, hiçbir partiyi, hiçbir grubu dışlamadan ve olmazsa olmaz altın standardımdır, kırmızı çizgimdir, şehit ailelerinin, evlatlarının, eşlerinin ve gazilerimizin yüzüne bakamayacağımız hiçbir şey yapmadan bu sorunu çözeceğiz.”

“FETÖ TAKTİKLERİYLE İÇERİ GİRİYORLAR”

“Tabii bu sürecin tuzaklarla dolu bir süreç olduğunu bilelim. İşte Esenyurt‘ta yaşananlar. Kurduğu hiçbir tuzaktan sonuç alamayan iktidar, bu kez Türkiye’nin en büyük ilçesine kayyum atayarak karşımıza çıktı geldi. Yerel seçimde birinci parti olmuş bir partiye kayyum atacak cesareti gösteriyorlar. Yerel seçimlerde Türkiye’nin dünyada en bilinen, en gözde kentine, dünyanın gözbebeği kentine, İstanbul’a, onun en büyük ilçesine kayyum atıyorlar. Onu yaparken önce Esenyurt, Esenyurt üzerinden İstanbul, İstanbul üzerinden Türkiye’yi kuşatmayı, Türkiye’deki yöneticilerin seçilme hakkına değil, milletin seçme hakkına el atmaya tenezzül ediyorlar. Ve bunu maalesef FETÖ’nün yöntemleriyle, FETÖ’nün Zekeriya Öz‘ünün yaptıklarıyla hemen hepsini hep birlikte yaparak, hepsini birden kullanmaya Zekeriya Öz bile yeltenmemişken, geliyorlar bunlara yelteniyorlar. Bakın sabahleyin, her sabah belediyeye giden birisini, belediyeye odasına gidip davet edebilecek, bir telefonda çağırabilecekken illa gözaltı yapacaksan evden çıkışını bekleyip, polis aracına davet edebilecekken, sabah beşte, şafak operasyonuyla, FETÖ taktikleriyle, evin kapısını bir çilingir ve bir balyoz marifetiyle kırarken korkulu bir eş açıyor. O eş ‘ne yapıyorsunuz’ deyince ite kaka içeri giriyorlar. ‘Kaldırayım, uyandırayım Ahmet’i’ diyor. ‘Sen dur’ diyorlar, ‘burada bekleyeceksin’. Yatak odasına polisler giriyor, uyumakta olan kişiyi, Ahmet Özer’i, Başkanımızı yatağında yorganını bizzat açarak kaldırıp, gözaltına alıyorlar. Bu uygulama, sadece yataktaki kişinin bomba tuzakladığı düşünülüyorsa, canlı bomba ihtimali olması düşünüyorsa yapılan, aksi takdirde yapılmayacak bir uygulama iken bu uygulamayı yapıyorlar. Eşzamanlı belediyenin kapısını kırıyorlar. Avukatlarımız yetişiyor, belediye meclis üyelerimiz. Aramaya tanıklık etmek istiyorlar, ‘hayır’ diyorlar. Ne evde ne belediyede avukat yok. Bilgisayarlara el koyuyorlar, imajları yok. Sadece ve sadece Zekeriya Öz’ün bir kumpas davasında yeltendiği, onun kararının da Anayasa Mahkemesince bu yüzden bozulduğu, imaj vermemişsin, pek çok davanın aramada polis yok diye bozulduğu için titizlikle arama sırasında avukat bulundurulduğu, FETÖ’cü süreçlerin bile ilerisinde, tek başlarına arıyorlar. ‘PKK dergisi bulduk, bir roman bulduk bunu sen yazıyordun, içinde terörle ilgili ibarelere rastladık’ diyorlar. ‘Bilgisayarın imajını aldık, bilgisayara yazdığın her şey elimizde’ diyorlar, ama bizim avukatlara imaj vermiyorlar, bilgisayarı alıyorlar içini, o anki halini bize vermiyorlar. Ve buradaki delillerle de tutuklama yapıyorlar.”

“TRT VE ANADOLU AJANSI’NIN ALET EDİLDİĞİ ÜÇ YALAN VAR”

“Bakın elimde Ahmet Özer tutuklaması ile ilgili TRT’nin ve Anadolu Ajansı’nın alet edildiği üç yalan ve doğrusu var. Bir, Ahmet Özer DEM’lidir. Cevap, bu yalan. On yıldır CHP üyesidir. İki kez milletvekili adayı olarak bu odaya geldi, çayımı içti, çayımızı içtik, bizden destek istedi, milletvekili adayımızdır. Belediye başkan adayımızdır. ‘DEM belirlemiştir, DEM’lidir’ diyorlar, on yıldır CHP’lidir. ‘Remzi Kartal‘la görüştü’. İddiadır. Saat yok, gün yok, kayıt yok, iddia var ama iki AKP milletvekilinin Remzi Kartal‘la masada oturup yemek yemişliği var. Ve o iki AKP milletvekilinin o yediği yemek Erdoğan için ve Suriye’deki Kürt yönetimi ile bir diyalog arayışı olarak da meşrulaştırılmıştır. Üç, ‘Hesabına kaynağı belirsiz para geldi’. Yalan. Yatan paranın kızının kira bedeli olduğu ispatlıdır. Yani üç büyük yalanla, üç deli saçması ile karşı karşıyayız. Ama bunu niye yapıyorlar birazdan göstereceğim.”

“KAYYUM HANGİ PARTİDEN OLURSA OLSUN HER DEMOKRATIN KARŞI ÇIKMASI GEREKEN BİR MESELEDİR”

“Bunun üstüne elbette gittik, sağ olun emeğinize sağlık, toplandık, mücadele ettik. Etmeye de devam ediyoruz. Bu kez sabah saatlerinde Mardin, Batman ve Halfeti Belediye Başkanlıklarına kayyum atadılar. Bizim her iki olaya farklı tavır almamızı kimse beklemesin. Eğer Esenyurt’a üzülüyorsan, Mardin’e de üzüleceksin, Mardin’e tepkiliysen, Esenyurt’a da tepki göstereceksin. Bunun en canlı tanığı Devlet Bey’dir, Devlet Bahçeli‘dir. Biz Cumhuriyet Halk Partisi cezaevleri ve toplumsal davaları izleme komitesi olarak 24’üncü dönemde Cumhuriyet Halk Partisi‘nden iki, MHP’den bir, o günkü BDP’den, bugünkü DEM‘den dört milletvekili tutukluydu. Üçünü de aynı anda ziyaret eden, DEM ile MHP’nin tutuklu milletvekillerini tek raporda birleştiren, Türkiye’de günlerce, aylarca gündemde tutan, milletvekilinin partisine bakmadan demokrasiyi ve anayasal hakları savunan bir partiyiz. Tarih biz o süreçte haklı çıkarttı. Tarih, o milletvekillerinin hepsinin FETÖ kumpası ile içeride tutulduğunu, yaşananların da Tayyip Bey’in bilgisi dâhilinde cereyan ettiğini, bizim sonra yazdığımız sekiz kitaptan biri olan Balyoz Kumpası kitabının kapağını bile gününde açmayıp buna ‘Ateş olmayan yerden duman tütmez’ diyen Erdoğan’ın 17-25 Aralık’tan sonra, 15 Temmuz’dan sonra ‘Milli ordumuza kumpas kurmuşlar’ diye kitabın başlığını kullandığını bir kez daha hatırlatmak isterim. O yüzden kayyum olmayacak bir iştir, kayyum atandıktan sonra belediye meclisini kadükleştirmek, işlevsizleştirmek, zoru görünce onu da görevden çekmek bütün Belediye Meclis üyelerine ‘Sen de teröristsin’ demektir, hakarettir. Kayyum hangi partinin olursa olsun, her demokratın karşı çıkması gereken bir meseledir.”

“‘ELİMİ HAVADA BIRAKMAYIN’ DİYORSUNUZ, BAŞKA ELLERİ HAVADA BIRAKIYORSUNUZ”

“Bugün Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı sıfatıyla Sayın Ekrem İmamoğlu benden ve bütün muhalefet partisi liderlerinden randevu almıştır. Fevkalade isabetlidir. Bugün geçmişteki AKP pratiğinin aksine ortaya koyduğumuz net iradeyle, AKP ve MHP’ye de teklif edilip reddedilen, diğer partilerin kabulüyle oluşturulmuş encümenimiz yani Türkiye Belediyeler Birliği’nin Yönetim Kurulu ziyaret etti. İçlerinde İYİ Partili var, içlerinde DEM’li var, Yeniden Refahlı var, CHP’li var. Diyorlar ki hep beraber, ‘Kayyum anti demokratiktir, haksızlıktır, bununla bu Meclis mücadele etmelidir’. Onlara randevu veren bütün liderlere yürekten teşekkür ediyorum. Randevu vermeyen lidere de el uzatıp ‘Elimi havada bırakmayın’ diyorsunuz, başka elleri havada bırakıyorsunuz, samimiyetsizliğinizi bizzat ortaya koyuyorsunuz. İstenilen randevu şahsi randevu değildir. İstenilen randevu siyasi randevu değildir. Türkiye Belediyeler Birliği’nin, sizin de belediyelerinizin içinde olduğu, ‘Gelin yönetime girelim, birlikte girelim, eskiden AKP tek başına yönetiyordu, hepimiz yönetelim’ dediğimiz heyettir. Heyetin derdi demokrasi, halkın iradesi, yerel yönetimlerin öneminin altını çizmektir. Bu yüzden fevkalade önemli gördüğüm bir girişimdir.”

“MARDİN’İN BAŞKANININ KİM OLDUĞUNA MARDİN HALKI KARAR VERMİŞTİR”

“Burada dün haberi aldığımda televizyonu izliyorum, yanımda siyaset arkadaşlarım, danışman arkadaşlarım var. Sabah kahvaltısı yapılıyor ve o sırada kayyum haberi düştü. Mardin’e, Ahmet Türk’e. Tam Diyarbakır’dan Mardin’e geçerken TUSAŞ’ımıza saldırılmıştı. O yüzden şöyle ekrana bakarken bir ses duydum. ‘Siz gidemeden belediye başkanlığından aldılar’. Dedim ki ‘Alamazlar. Gideceğim, bugün Ahmet Türk’ü ziyaret edeceğim. Mardin’in Belediyesi’nin başkanının kim olduğuna o şehrin emininin kim olduğuna Recep Tayyip Erdoğan’ın kumpasları değil, Mardin halkı karar vermiştir’ dedim. Ben doğmadan bir yıl önce bu partinin milletvekili, bu Meclis’te iki kez CHP, iki kez SHP, iki kez DEM ve çizgisindeki partilerden milletvekili. Her seferinde rekor oylarla seçilen, ağzından silah, çatışma, terör değil her zaman barış, kardeşlik ve uzlaşı duyduğumuz, Mardin’in barış güvercini. Devlet Bahçeli’nin dahi hem kayyum atanmasını sözde olumlayıp, bir sonraki paragrafta olumlu şeyler söylemek zorunda gördüğü bilge bir kanaat önderini, maalesef üçüncü kez Mardin halkı seçiyor ve kayyum atıyorlar. Gerekçe ne kayyum atamasında? Gerekçe net. Diyorlar ki, ‘Bunlar terörle ilişkili, paralar teröre gidiyor.’ Bir ispat bulamadılar. ‘Paralar teröre gidiyor. Teröre giden bu paraları bizim kayyum o ile harcayacak, çok destekleyeceğiz ve bundan sonra bir daha bu partiler kazanmayacak.’ Kendi seçmenlerini böyle ikna ediyorlar. Sonuç; ilk kayyum atandığında yüzde 51 ile gelmişti Ahmet Türk. İkinci kayyumdan sonra yüzde 56 ile geldi. Bu son seçimde yüzde 57. Yani ne atadığınız kayyum iyi hizmetle halkı ikna edebilmiş, ne de yaptığınız itibar suikasti Ahmet Türk’ün toplumdaki algısını düşürebilmiş, onun demokratik zırhının içine işleyebilmiştir. Onun için bir kez daha söylüyorum ki kayyum kararları siyasi kumpaslardır. Bu milletin vicdanından dönmüştür, dönmeye de devam edecektir.”

“EKONOMİK SORUNLARI PERDELEMENİZE İZİN VERMEYECEĞİZ”

“İktidarın neden bu yola saptığını görmemiz lazım. Vatandaşın gerçek gündemi konuşmasından nasıl rahatsız olduklarını söylemiştim. Ne yaparsanız yapın bu ülkenin gerçek gündemini unutturmanıza izin vermeyeceğiz. Vatandaşın karşı karşıya olduğu derin ekonomik sorunları perdelemenize izin vermeyeceğiz ve konuşacağız. TÜİK’e göre ekim ayında enflasyon yüzde 48,6 çıktı. 10 aylık enflasyon yüzde 39,7. Şimdiden Merkez Bankası’nın yıllık yüzde 38 olan ve iki kez revize ederek düzelttiler, enflasyon hedefi 10’uncu aydan aşıldı. Yani şu anda ‘yılsonunda yapacağız’ dedikleri enflasyon 10’uncu aydan gerçekleşti. Bundan sonra olanlar hedeften sapmalar. Bu hedefi iki kere değiştirdiler. Mehmet Şimşek, bu mayısa göre enflasyonun gerilediğini söyleyerek, vatandaşı avutmaya çalışıyor. Bir, enflasyon sıfırsa hayat pahalılığı durur. Her enflasyonda fiyatlar artıyor demektir. 50 ise 100 liralık mal 150 lira olur. 40’sa 140 olur. Enflasyon sıfır olmadan hayat pahalılığı durmaz. Altın kural bir.”

“İŞTE SON SEÇİMDEN BUGÜNE KADAR RECEP TAYYİP ERDOĞAN”

“İkincisi, mayıs ayı ile karşılaştırıyor enflasyonu. Oysa son seçimden beri, Erdoğan geldikten beri, Mehmet Şimşek evet görevde ama atayan kalem Erdoğan. Erdoğan geldikten beri mazot bu son seçimde, ‘Oyu bana verin çözeceğim, bunlara vermeyin, vatanı böldürecekler, bayrağı indirecekler, ezanı durduracaklar, susturacaklar’ deyip, vatandaşı yoksulluğuna rağmen, vatandaşı hayat pahalılığına rağmen kandırıp, iktidarda kalanlar 17 ay önce mazot 19 lira 37 kuruş, şimdi 42 lira 90 kuruş. Artış yüzde 121. Benzin 21 liradan 43 olmuş. Euro 22’den 37. Dolar 20’den 34. Enflasyon 38’den 48. Mehmet Şimşek, enflasyonu düşürecek Şimşek geldiğinde enflasyon 38, bugün 48. Öyle bir algı yaratıyorlar ki Şimşek geldiğinde 80’di, şimdi 38’e indi, yarın 8’e de iner. Geldiğinde 38’di, şimdi 48. Beyaz peynir 150 liraydı, 252 lira. Zeytinyağı 130 liraydı, 330 lira. Kıyma 340 liraydı, 558 lira. İşte size Mehmet Şimşek. İşte size Recep Tayyip Erdoğan. Son seçimden bugüne kadar.”

“DEVLETİN SİZDEN ALDIĞI HER PARAYA YÜZDE 44 ZAM GELECEK”

“Bu enflasyonla yeniden değerleme oranı yüzde 44 oldu. Bu şu demek; 1 Ocak günü sabahleyin iğneden ipliğe devletin sizden aldığı her paraya yüzde 44 zam gelecek. En az yüzde 44. 66’ya kadar artırmaya da yetkisi var. Ama 17 bin liralık asgari ücret, fiilen 10 bin liraya düşmüş verildiği günkü satın alma gücüyle. Temmuzda zam yapmadılar, şimdi de başladılar ‘Enflasyona göre değil hedef enflasyona göre vereceğiz.’ Bunu yerleştirmeye çalışıyorlar. Yani asgari ücretliye şu enflasyon farkını bile vermeyip, kendi hedeflerine göre verip asgari ücretliyi bir yıl daha ezmeye çalışıyorlar. Buradan açıkça bütün sendikalara sesleniyorum. Yeni yeni kendisine gelenlere görevlerini hatırlayanlara, her ay açlık ve yoksulluk rakamı açıklayanlara söylüyorum. Biz büyük bir mücadele vereceğiz asgari ücret için. Hepinizin her işçiden, daha evladının sütünü alınmadan maaştan sendika aidatı kesenlere, eğer asgari ücrete hak ettiği zam yapılmazsa ki hak eden zam, gerçek zam, yani asgari ücretlinin yaşadığı tüketim, asgari ücretlinin kendi enflasyonunu giderecek zam yüzde 80’dir. 35 bin liradır. Ama hiç değilse hak ettiği, beklediği ve biraz olsun nefes alacağı 30 bin lira asgari ücreti hep beraber savunalım. Buradan seslenelim ki asgari ücrette kabul edilebilir son fiyat 30. ‘30 yoksa biz bu işte yokuz’ diyebiliyorsanız biz bu parayı alırız. Bu mücadeleye davet ediyorum herkesi.”

“ERDOĞAN GİTMESİN DİYE BUNLAR KONUŞULMASIN İSTİYORLAR”

“Biraz önce söyledim, ne istiyorlar? Bazı şeyler konuşulmasın, bazı şeyler konuşulsun. Bakın elime bunu alayım istiyorlar. Bu büyük yalanlarla Ahmet Özer’in DEM’li değil CHP’li olduğunu, Remzi Kartal ile görüşenin kendi değil AK Partililer olduğunu, hesabına gelen para dediklerinin kızının kira parası olduğunu söyleyeyim, anlatayım istiyorlar. Mecbur anlatıyoruz ama bunu anlatmayayım istiyorlar. 2002’de geldiklerinde en düşük emekli 8 çeyrek altın alıyordu. Bu hesap şaşar mı? Çeyrek altın hesabı. 2002’de 8 çeyrek alan asgari ücret, en düşük emekli maaşı bugün 2,5 çeyrek alıyor. 5,5 çeyrek kayıp. Asgari ücret 7 çeyrek alıyordu, bugün 3 çeyrek alıyor. 4 çeyrek kayıp. KYK öğrenci kredisi 1,5 çeyrek altın alıyordu. ‘400 liracık’ diyordu Erdoğan ona. Çeyrek çeyrek altın alıyor; 0,25. 1,25 çeyrek altın kayıp. İşte bunun yerine bunu konuşmamız lazım. Onlar Türkiye’nin gerçekleri konuşulmasın diye ve bu düzen böyle sürsün diye, açlık ve yoksulluğu yaratan Erdoğan gitmesin, başımızda kalmaya devam etsin diye, emekli bu rakamı duymasın, ayağa kalkmasın diye, asgari ücretli hakkını istemesin diye, öğrenci umutlarını çalan hırsızlara ‘Artık ben siyasetle ilgilenmiyorum, fırsatını bulursam yurtdışına gideceğim’ desin de seçime katılım oranı düşsün diye bunlar konuşulmasın istiyorlar. Bunları konuşmaya sonuna kadar konuşmaya, yakanızı bırakmamaya ant içmişiz, ant içmişiz, ant içmişiz.”

“RANTA, TALANA, DOLANA DEVAM ETMEK İSTİYORLAR”

“Şimdi kayyum meselesine bir başka bakışı hatırlatmazsam büyük bir eksik bırakmış olurum. 15 Ağustos 2016. OHAL KHK’sı ile kayyum atama yetkisi aldılar. O günden bugüne 149 kayyum atadılar. 145’ti, son dördünü birlikte bir kez daha son günlerde yaşadık. 149. Bu kayyumlar neden atanır? Bir, çok net; siyasi sebepleri var. Alamadığı ili almak, yarım kalan ranta devam etmek için. Esenyurt’u bizden aldıklarında 2004’te 100 bindi nüfusu, 1 milyon yaptılar 2019’da geri aldığımızda. Gidin gezin, Esenyurt kent suçları müzesi. Her türlü kent suçunu oraya işlemişler. 10 kat yerine 25 katlar, küçücük arsalara kocaman yerler, arasından rüzgar geçmeyen siteler, evler, evler... Trafik korkunç, altyapı korkunç. O Esenyurt’u o hale getirenler, seçmenden Esenyurt’u bir daha alamadılar, iki kez üst üste alamadılar. Alıp ranta, talana, dolana devam etmek istiyorlar. Bir tarafı bu. Bir tarafı Sayın Özer’in kimliği üzerinden Kürtlere ‘Sen eşit olamazsın, olacaksan dediğimi yapacaksın’ diye şantaja devam etmek istiyorlar.”

“2017’DE KUYUMCUDAN KAYYUMA 418 BİN LİRA HEDİYE FATURASI”

“Peki sadece bu kayyumlar bunlarla mı kalıyorlar? Mardin’e atanan kayyum, bunu daha önce de dile getirmiştim. Şimdi tekrar göstermenin, tüm Türkiye’ye göstermenin zamanıdır. Bakın Mardin’in atanmış kayyumu. Bu da Süleyman Soylu. Birlikte gezerlerken büyük bir keyifle Mardin’de kuyumcu sesleniyor. ‘Sayın Bakanım’ diyor. ‘Size bir tesbih hediye etmek istiyorum’. Biz o kısmını görüyoruz. Bize şunu söylüyorlar, ‘Soylu kayyum atadı ama vatandaşla arası iyi. Bak Mardinli esnaf yoldan çevirip tesbih hediye ediyor’. Bu tesbih... Sonra bu kuyumcu, resmini göstererek söylüyorum. Eyüp Altın Fırat Silver adlı kuyumcu kayyumun yönettiği belediyeye fatura kesiyor. Fatura, tesbih ve takı faturaları. Açıkça yazmış, utanmak yok. Demişler ki ‘Geçerken çağır, ajans çeksin, servis edelim, parası sorun değil’. Bakın Süleyman Soylu, Eyüp Altın’ın kestiği fatura ile ‘39 bin 883 liraya tesbih.’ Sadece Soylu’ya mı kesmiş? Mehmet Özhaseki’ye, Abdurrahim Boynukalın’a -eski gençlik kolları başkanı-, Fikri Işık’a, İsmet Yılmaz’a verilenlerin hepsi 2017 yılında ve bir tane de bir şehit ailesine verilmiş. Onu hesaba katmıyoruz. 418 bin liralık hediye faturası. O kuyumcudan o kayyuma ve o kayyum ödüyor. Devamında da 2018’de Veysel Eroğlu’na, şimdiki Spor Bakanı Osman Aşkın Bak’a iki kere 43 ve 40 bin liralık fatura kesiyor bunlar kayyuma ve bu faturalar ödeniyor.”

“SÜLEYMAN SOYLU, 350 BİN LİRALIK TESBİH NEREDE?”

“Süleyman Soylu, bu tesbih nerede? Parasını Mardin ödedi, bu tesbih nerede? 400 bin lira. İşte kayyum bu. Bunu yapmaya geliyorlar, bunu yapıyorlar. Gidin ve görün. Mardin’de belediyecilik hizmeti diye bir şey yok. Enkaz kaldırılmaya çalışılırken, bir kez daha atıyorlar. Bir şey söyleyeyim Süleyman Soylu’ya o tesbihi 39 bin liraya verildiğinde 2017’de dolar 3,5 liraydı, bugün 35 lira. Bugünün parası ile 350 bin lira güya. Etmez, edemez. Kim bilir daha ne pislikler, o faturanın içinde daha neler neler var? Ama Mardinli esnaf, kayyum belediye başkanı ile Süleyman Soylu’yu yoldan çevirdi. ‘Sayın Bakanım sizi çok seviyorum, size bir tesbih hediye etmek istiyorum’ dedi. Bu düzmecenin faturasını bile Mardin’e ödetecek kadar vicdansız bunlar. Nasıl bir vicdan ile karşı karşıya olduğumuzu herkes görsün.”

“BUGÜN OYUNUN NE OLDUĞU ORTAYA ÇIKTI”

“Konuşmamın bu son kısmında bir hatırlatmayı ve bir çağrıyı yapmak isterim. Baştan beri anlattığım sebeplerle, bir el sıkıldı. İmkân vardı, derdik ki ‘Vay şimdi de sen mi DEM’leniyorsun?’ Ne oraya, ne oraya saygısızlık yapmadık. ‘El sıkma kıymetlidir’ dedik. ‘Normali budur’ dedik. Söz söylendi, dendi ki ‘Terörü bitireceğiz’. Dedik ki ‘Yöntem yanlış. Söylediğiniz sözün, yapmayı teklif ettiğiniz işin bir sırasının olması ve bu işin bütün dünyada çatışmalar nasıl çözümleniyor, terör nasıl bitiriliyorsa o yolla olması lazım’ dedik. ‘Ama yine de umudumuz barıştır, kardeşliktir’ dedik. ‘Kürtlerin her birisi benim kadar bu ülkenin sahibi hissedene kadar bu mücadeleyi vereceğiz’ dedik. Dört tane temel yaklaşım ortaya koyduk: Bu Meclis’te olacak, şeffaf olacak, samimi olacak, mutabakatla olacak. Biraz önce söyledim, ‘Şehit ailelerinin ve gazilerin rızası alınmadan asla olmayacak’ dedim. Bir tarafta bunu, bu samimi yaklaşımızı bu ülkede annelerin gözü yaşlanmasın, ağlamasın, artık şehit gelmesin, anneler ağlamasın, Türkiye’nin bütün parası bu işlere değil yoksulumuza, işsizimize aksın. İsteyen herkese bu samimi çağrımızı ve bu pozisyonumuzu sürdürdüğümüzü teyit ediyoruz. Sözüme değer veren, bu iktidara güvenmeye, muhalefete ve partimdeki tüm üyelere, partime oy veren herkese sesleniyorum. Bir büyük oyun var. Bugün o oyunun ne olduğu çıktı. Açıkça söyledi; ‘Anayasayı değiştirsek fena mı olur? Çıksa umut hakkından yararlansa? Anayasayı değiştirsek fena mı olur, Recep Tayyip Erdoğan bir daha seçilse ne olur?’ Hesap bu. Bir al-vere girmişler, pazarlık etmişler. Belki o pazarlıkta nihayete ermişler ya da eremeyip bir yerde tıkanmışlar. Şu anda ya zorlayıcı bir şantajla ya da bir algı yönetimiyle karşı karşıyayız. Karşıdaki kötü niyetliler hem ‘Abdullah Öcalan gelsin, Meclis’in kürsüsüne varsın. Buradan konuşma yapsın’ diyor, hem de öbür yandan Esenyurt ve Mardin’e kayyum atayıp, ‘Biz terörle mücadele ediyoruz’ görüntüsü veriyor. Burada onların kitlesi Abdullah Öcalan’a ip atınca da ayağa kalkıp alkışlıyor, Abdullah Öcalan’a halı serip davet edince de alkışlıyor. MHP grubundan bahsediyorum veya AK Parti’nin çevresinden onlara oy verenlerden. Her ihtimalde bir destek alma, bu desteği sürdürmeye oynayan ama milletin aklını küçümseyen, vicdanını küçümseyen bir yaklaşım var. Bu sırada bizim şu oyuna gelmemiz lazım: Cumhuriyet Halk Partisi’nin alacağı pozisyon ne olursa olsun, ya Kürtlerle arasını bozsun ya dönsün terör destekçisi görünsün. Kürtlere saygılı olarak, demokrasiyi savunarak, eşit yurttaşlığı savunarak, terörü bitirmeyi hep beraber konuşarak, Kürtleri de bu ülkenin bölünmez bütünlüğünü savunan herkesi de gerçek ve demokratik bir standartta buluşturmak mümkündür. Bunun da adı Cumhuriyet Halk Partisi’dir.”

“HAKKIMIZI ARAYACAĞIZ ANCAK DEMOKRATİK SINIRLARIN DIŞINA ÇIKMAYACAĞIZ”

“İki talebim var. Birincisi uyanık olalım, akıllı olalım, oyuna gelmeyelim. Teröre destek gibi görüntülenecek görüntülere ya da vatandaşımızın vicdanını yaralayacak görüntülere çok aç, çok meraklı, bunun için çok hesaplı bir yandaş medya ordusu görevlendirilmiştir. Bilhassa tepki ve protesto haktır. Ancak karşı taraftaki polisler hepimizin evladıdır. O polisin bir annesi vardır, bir evladı, bir kızı, bir oğlu, evde bekleyen bir eşi vardır. Verilen kanunsuz emir vardır, onu koruyan bir anayasa vardır. Ama uygulanmamaktadır. O polisin evine ekmek götürme mücadelesi vardır, o polis mobbinge uğramaktadır ve o polis akşam eve gidip çocuklarının yüzüne bakacaktır. O yüzden hiçbir protestonun bir tek polis evladımızı inciterek, bir jandarma erimizi inciterek yapılmaması gerekmektedir. Asla ve asla. Haklıyken haksız duruma düşmeyeceğiz. Buradan, ‘Eylem yapmayacağız, sokağa çıkmayacağız, oyuna gelmeyeceğiz’ deyip oyuna gelmeme oyununa gelmeyeceğim. Hakkımızı arayacağız, tepkimizi göstereceğiz ancak demokratik sınırların dışına çıkmayacağız. Burada akıllı olalım, uyanık olalım.”

“NE KÜRTLERİ İKİNCİ SINIF GÖRMEYE NE DE MİLLİ HASSASİYETLERİ YARALAMAYA ASLA NİYETİMİZ YOK”

“İkinci talebim, sıkı duralım. Biz ne yaptığını bilen, bütün oyunlarına rağmen 31 Mart’ı kazanan, bugüne kadar birinci parti olan, eğer biz birliğimizi, bütünlüğümüzü, özgüvenimizi kaybetmezsek ilk seçimlerde iktidara gelecek olan, bu ülkenin yoksulunun, bu ülkenin işsizinin, bu ülkenin güvencesizinin, bu ülkenin gençlerinin yüzünü güldürecek olan bizleriz. Kavgayı bitirecek olan, şehit annesinin yüzünü de güldürecek olan, Kürt vatandaşımızın evladının da yüzünü güldürecek olan, kendisinin de yüzünü güldürecek olan bizleriz. Meclis’te bir süreç yürütülmesine, şeffaf, samimi olunmasına, toplumsal mutabakat aranmasına sahip çıkıyoruz. Ne yaptığımızı biliyoruz. Ne Kürtleri ikinci sınıf görmeye, onları itmeye kalkmaya ne de diğer taraftan milli hassasiyetleri yaralamaya asla niyetimiz yoktur. Bunu ancak kendine güvenen, partisine güvenen, yöneticilerine güvenen, grubuna güvenen, genel başkanına güvenen Atatürk’ün partisi başarabilir. Bunu yapacağız. Var mısınız? Var mısınız? Bütün oyunları siz boşa çıkaracaksınız. Bütün hesapları siz bozacaksınız. Bütün hesapların üstünde bizim hesabımız dostluktur, kardeşliktir, şiarımız samimiyettir. Var mısınız? Var mısınız? Var mısınız? Bunun da var bir çaresi, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sağ olun, var olun.”