İzahı pek mümkün olmayan acayip bir psikolojik durum bu.
Bugüne kadar söylediklerinin ve vaaz ettiklerinin, bugün tam tersini yapmalarını kabullenemesek de anlayabilmek mümkün. Yani "Dün dün, bugün bugündür" diyen çok olmuştur geçmişte de.
"Değişen dünya koşullarına, değişen ülke dinamiklerine ve değişen toplumsal konjonktüre" bağlayarak, genellikle acemice laf salatası ile izah edilir böyle "U dönüşleri" hep.
Ama, bugün Türkiye’yi yöneten kadroların, adlı adınca söylemek gerekirse, "Rejimin Başı Şahsım"ın ve çevresindekilerin geçmişle bugün arasındaki tezatlarda, artık izahı mümkün olmayan abukluklara tanık olmaktayız.
Siyasi hayatları boyunca Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerleriyle kavgalı olan ve her fırsatta 1923’te Cumhuriyetin kuruluş yıllarını ve ATATÜRK devrimlerini "tepeden inmeci" bir anlayışa bağlayan, buna bağlı olarak da geleneksel olarak kurucu ideolojinin "muhafızı" konumundaki Silahlı Kuvvetleri "vesayet odağı" olarak tanımlayan ve karalayan bu kadrolar, ağızlarından "sandık, seçim, millet iradesi" laflarını düşürmez.
Ama gelin görün ki, seçimlerde hile yapmak dahil, rejimi değiştirdikleri referandumu olağanüstü hal koşullarında (yani elinde sopayla) icra etmek dahil, o referandumda açıkça Anayasaya ve Seçim Yasası’na aykırı olarak ağır hile yapmak dahil, her yola başvurmuşlardır.
Sandıkta hile yaparak ülkede her düzeyde yönetime hakim olmanın yanı sıra, rejimi değiştirip, yasamanın da yürütmenin de yargının da tamamen ve kayıtsız şartsız hakimiyetini ele geçirmek, "millet iradesi ve sandığın sıfırlanması" değil de nedir?
Kurucu değerler dediğimiz şey, "Cumhuriyet" adını verdiğimiz ve esas olarak kuvvetler ayrılığı ilkesinin belirlendiği bir yönetim biçimini bu ülkeye sunmamış mıdır?
İşte, tam da burada "Yeni Türkiye, Yeni Yüzyıl, Yeni Rejim" markası ile o değerlerden hızla uzaklaşma pratiği hayata geçirilmeye başlanmış ve adım adım da hayata geçirilmektedir.
Artık kasten "rutin" bir hale getirdikleri "kayyım" uygulaması, işte bu anlayışın utanmazca bir tezahürüdür.
Bugüne kadar ağızlarını her açtıklarında, önüne gelen herkesi "darbeci, vesayetçi" diye karalamaya çalışanlar, tam da darbecilerin (bkz. 12 Eylül Kenan Evren Cuntası) yaptığını yaparak "Sandıktan çıkmış olsa da, benim istemediğim kişilerin yerine kendi adamlarımı tayin ederim" demektedirler. Bunun ne farkı vardır 12 Eylül’de belediyelere haki, mavi ya da beyaz üniformalı, apoletleri yıldızlı adamların oturtulmasından?
Ama lâfa gelince, "askeri vesayet" muhabbetini hâlâ, yüzleri de kızarmadan yapabilmektedirler.
Esenyurt Belediyesi’ni müteakiben, Batman, Halfeti ve Mardin’de yaptıkları tam da budur.
Diyelim ki, adı geçen yerlerin seçilmiş başkanlarına birer "yasal, hukuki, idari kulp" taktınız ve koltuklarından, buz gibi bir faşist anlayışla indirdiniz. Belediye meclis üyelerinin suçu ne? Onları da, bırakın binaya girmeyi, belediyenin önündeki meydana bile yanaştırmamak, itip kakmak, vurup kırmak, terör örgütü elemanı muamelesi yapmak neyin nesidir?
Evrenist darbecilerden ne farkı vardır bu yaptığınızın?