Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
Değerli arkadaşlarım; televizyonları başında sosyal medya hesaplarından bizleri izleyen, radyoları başında bizleri dinleyen bütün vatandaşlarımıza Cumhuriyet Halk Partisi Grubu’ndan sevgilerimizi, saygılarımızı gönderiyoruz.
Türkiye'nin zor koşullardan geçtiğini biliyoruz. Bunlara değineceğim ama Torbalı Belediye Başkanımızı kaybettik. İsmail Uygur, genç bir arkadaşımız, enerji dolu bir arkadaşımız. Torbalı'ya çok şey verme iddiasında olan bir arkadaşımız ama hayatını kaybetti. Kendisine Allah'tan rahmet diliyorum. Ailesine, yakınlarına, dostlarına ve hepimize başsağlığı diliyorum. Yeri cennet mekan olsun.
Değerli arkadaşlarım; belediye başkanlarımız bu süreçte ellerinden gelen bütün çabaları gösteriyorlar. Söyledim; “Bizim belediyelerin olduğu yerde, beldede, ilçede, ilde ve büyükşehirde hiçbir çocuk yatağa aç girmeyecek. Telefonlarınız 24 saat açık olacak. Kim yardım talebinde bulunuyorsa, gecenin, gündüzün hangi saati olursa olsun o aileye gidilecek ve biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak hiçbir ayrım yapmadan, a partili, b partili demeden, a kimlikli, b kimlikli demeden, bu topraklarda yaşayan herkese eşit hizmet götüreceğiz” dedim. Hani vardı ya, Erdoğan diyordu; "Vay efendim süt dağıtacak, bir türlü süt dağıtmadı" diye... Oysa aylardır süt dağıtıyorduk. Yardımı nasıl yapacaklar? Sağ elin verdiğini, sol el görmeyecek. Halkçılığın, inancımızın temel kuralı budur. Bu kurala bütün belediye başkanlarımız uyuyorlar ve düzenli olarak her hafta bütün belediye başkanlarımızdan verileri alıyoruz. 13-19 Nisan arasında 730 bin 952 haneye ayni yardım, 271 bin 919 haneye de nakdi yardım yapılmış durumda. Ayrıca yapılan yardımların toplam tutarı da 48 milyon 137 bin 685 lira olarak kayıtlara geçmiş durumda. Her hafta bunu değerli vatandaşlarımla paylaşacağım.
Değerli arkadaşlar; sözlerime başlarken dedim ki, Türkiye zor günlerden geçiyor. Bir salgın dönemindeyiz, doğru. Her bir vatandaşımızın canı çok değerlidir, doğru. Her vatandaşımızın salgından sağ salim kurtulması için, herkesin üzerine düşen görevler var. Bunların yapılması gerekiyor ve biz salgının başladığı tarihten bu yana olayı sıcak politik malzeme konusu yapmadık. Yapmamaya da özen gösterdik. Hatalar varsa söyledik, yanlışlar varsa söyledik. Nelerin yapılması gerektiğini de ifade ettik. Çünkü bu sorun, hepimizin ortak sorunuydu ve dolayısıyla bu sorunu en hafif bir şekilde atlatmamız için de hepimize düşen görevler vardı ve bu görevleri herkesin yerine getirmesi gerekiyordu. Bilim Kurulu vardı. Bilim Kurulu ayrıca bize güven veriyordu. Çünkü orada bilim insanları vardı. Hepsi bu işi en iyi bilen insanlardı. Bazı eksiklikleri vardı; Türk Tabipler Birliği, Türk Eczacılar Birliği gibi kuruluşlardan temsilciler almamışlardı ama olsun yine de dedik ki; Bilim Kurulu’nun yaptığı açıklamalara biz de uyarız, devleti yöneten siyasi iktidar da uyar. Dolayısıyla biz bu salgını en az hasarla atlatırız. Biz sözlerimize hep öneriyle başladık. Yaptığım bütün basın toplantılarında, gerek benim, gerek Grup Başkanvekillerinin, gerek Parti Sözcüsünün yaptığı bütün açıklamalarda öneriyle başladık. Herkesin dikkat etmesi gerektiğini söyledik. Salgınla mücadelenin sadece sağlık boyutu yok, ekonomik boyutu var dedik. Ekonomik boyutu için de nelerin yapılması gerektiğini söyledik. Hatta Merkez Bankası kontrollü bir şekilde karşılıksız para bile basabilir önerisini yaptık. Çünkü bu ülkede herkesin bu salgını en az hasarla atlatması bizim ortak hedefimizdir. Ve dedik ki yine: İsraftan vazgeçin, tasarruf yapın. Herkes fedakarlıkta bulunuyor, sizler de fedakarlıkta bulunun. Toplumun her kesimi bu fedakarlığı yerine getirsin. Herkes fedakarlık yaptı. Kahvecisi evet, simitçisi evet, manavı evet, pastacısı evet, taksicisi evet, kantincisi evet, servisçisi evet... Herkes üzerine düşeni yaptı. Ama üzülerek ifade edeyim, sarayda oturanlar üzerine düşeni yapmadılar. Üzerlerine düşeni görmezden geldiler, yapmadılar. Kibirle bir devlet yönetilmez. Geçen hafta da söyledim, kibir ile bir devlet yönetilmez. "Ben her şeyin üstündeyim" anlayışıyla bir devlet yönetilmez. Devleti yönetenlerin mütevazı olması gerekir. Devleti yönetenlerin topluma örnek olması gerekir. Devleti yönetenlerin toplumun sorunlarına kilitlenmesi gerekir. Devleti yönetenlerin var olan sorunları "nasıl çözeriz?" diye düşünmesi gerekir. Ama bunlar bunu yapmadılar. Bu dönemde toplumun, esnaf kesimi, turizmci kesimi, her türlü fedakarlığı yaptı, sarayda oturanlar ve onların beslemeleri hiçbir fedakarlık yapmadılar. Dövizi olanlar daha fazla kazandılar. Devlet dövizle borçlandı. Dövizle borç verenler daha zengin oldu ve çıktılar bir süre sonra devlete en yüksek faizle borç vermeye başladılar. Bir değil, aynı anda iki vurgunu yaptılar. Esnafa ne verildi? Çiftçiye ne verildi? Emekliye ne verildi? Taksiciye ne verildi? 1000'er lira, 3 ay... Peki, bu insanların çoluk çocuğu vardı, nasıl geçinecek, bunları da söyledik. Her birisini tek tek söyledik değerli arkadaşlar. Biz fedakarlığı toplumun her kesimi yapsın dedik. Sarayın beslemeleri o fedakarlığın tamamen dışında kaldılar.
Efendim, bakın ben size örnek vereyim: Havaalanlarını yapanlar, köprüleri yapanlar, yani dolarla yolları yapanlar, dolarla aylıklarını, dolarla gelirlerini garanti altına alanlar, yol geçerken dolar garantisi olanlar, bunlar hangi fedakarlığı yaptı? Bu soruyu iktidara sormuyorum, bu soruyu esnafa sormuyorum, çiftçiye sormuyorum, emekliye sormuyorum; bu soruyu geçen seçimlerde AK Parti'ye ve Milliyetçi Hareket Partisi'ne oy veren vatandaşlarıma soruyorum. Siz her türlü fedakarlığı yaptınız, maske takmadınız, ceza geldi. Efendim bunu usulüne uygun takmadınız, yine ceza geldi. Bu beyler ne yaptı? Milyarları aldılar, ne yaptılar? Hangi fedakarlığı yaptılar bunlar? Burada hiçbir şey yok ve hepimizin düşünmesi lazım. AK Parti'ye oy veren kardeşlerimin de çok iyi düşünmesi lazım. Sen fedakarlık yapıyorsun, oy verdiğin insanlar fedakarlık yapmıyor. Sen mütevazı yaşamaya çalışıyorsun, onlar kibir abidesi olarak saraylarında oturuyorlar. Buna izin vermemek gerekiyor değerli arkadaşlar. "İsraftan kaçının" dedik. Sanki uçaklar yetmiyor, arabalar yetmiyor, bir de gidip 52 milyona 3 tane Mercedes alıyorsun. Eski parayla 52 trilyon? Neyinize yetmiyor Allah aşkına ya? Neyinize yetmiyor sizin? Değerli arkadaşlarım; söyledim, bir daha söylüyorum. Bu kamu-özel işbirliği, milleti iliklerine kadar sömürüyor. Allah'ın izniyle iktidar olduğumuzda ilk yapacağımız iş bunların tamamını kamulaştırmaktır, tamamını.
Tüyü bitmemiş yetimin hakkını sonuna kadar savunacağız. Bakın bugün doğan çocuğun evladına bile -ilerde evladı olacak, evlenecek- onun bile evladına yük götürüyorlar. 20 yıl, 30 yıl... Yazık, günah değil mi ya bu memlekete? Bu memleket bu kadar sahipsiz mi? Onları kamulaştıracağız. "Al paranı kardeşim" diyeceğiz. Önce maliyetlerini hesaplayacağız, doğru maliyetleri hesaplayacağız. Makul kârı vereceğiz, hepsini kamulaştıracağız. Vatandaşlarımız o köprülerden, o yollardan, havaalanlarından onların istediği parayı ödemeden geçecekler. Devletin soyulmasına izin vermeyeceğiz değerli arkadaşlarım.
Değerli arkadaşlarım; dedim ki: Devleti yönetenlerin örnek olması lazım. Peki değerli arkadaşlarım, devleti yöneten nasıl örnek olacak? Genelge çıkarıyorsun, ‘illerde barolar kongre yapmayacak...’ E güzel, yapmadılar. Ama sen kongre yapıyorsun. Üstelik bir de övünüyorsun "salon lebâleb doldu" diye. İnsanlar maskesiz orada, bir de bununla görünüyorsun. Efendim barolar kendi genel kurullarını yapmayacak. Niçin? Covid-19 var. Kendin genel kongreni yapıyorsun, üstelik insanlar sırt sırta. Ve değerli arkadaşlarım, dün 341 vatandaşımız hayatını kaybetti. 341 vatandaşımız hayatını kaybetti Covid-19 dolayısıyla. Sorumlusu kim? Bu soruyu yine geçen seçimlerde AK Parti'ye oy veren, Milliyetçi Hareket Partisi'ne oy veren kardeşlerime soruyorum. Bir günde 341 kişi Covid-19'’dan -bu da resmi rakam- hayatını kaybetti. O kongreleri yapanların vebali yok mu? Günahı yok mu? O insanlar sokağa çıktılar, binlerce insan Covid oldu, binlerce insan... Yoğun bakımlarda yer yok, torpilin varsa yer bulabiliyorsunuz. Peki değerli arkadaşlar, ülkeyi bu hale getirenin sorumluluğu yok mu? Hâlâ onu düşünüp, onun partisine oy vermeye devam edecek miyiz? Memleketi bu hale getirenden, "ya arkadaş, sen memleketi nasıl bu hale getirdin?" diye sormayacak mıyız? Sormamız gerekiyor. İsraf merkezi oldu. Devam ediyorlar, Türkiye'nin itibarını sıfırladılar. Böyle bir tablo olduğu zaman, Türkiye'ye turist gelir mi Allah aşkına? Bakınız, şu tablo değerli arkadaşlar: Bizim değil, yabancıların hazırladığı bir tablo. Tüm dünyadaki Covid-19 salgınının boyutlarını gösteriyorlar. Türkiye burada Şubat’ta yükselmeye başlamış, zaten Mart, Nisan derken en yüksek noktaya gelmiş. Peki değerli arkadaşlar, bu ülkeyi yöneten hükümet bunun sorumlusu değil mi? Erdoğan bunun sorumlusu değil mi? Diyoruz ki Bilim Kurulu var... Geçiniz. Bilim Kurulunun ne dediğini bilen var mı? Ne söylediğini bilen var mı? Neyi önerdiğini bilen var mı? Hiç kimse bilmiyor ve öyle bir noktaya geldik ki, Sağlık Bakanı açıklama yapıyor, "84 milyon sorumludur bundan" diyor. "Biz yaptık" diyor. Değerli arkadaşlarım, bunlar devleti falan yönetmiyorlar. Keyfi bir yönetim var. İnsanlar hayatlarını kaybediyor, bunlar sadece seyrediyorlar. "Önlem aldık" diyorlar. Hangi önlemi aldınız? Milleti perişan ettiniz. Kahvede dört kişi kağıt oynarsa ceza yazıyorsunuz, on binleri topluyorsunuz, kongre yapıyorsunuz. Değerli arkadaşlarım, bunların hesabını bir şekliyle soracağız.
Değerli arkadaşlar; esnafı bitirdiler, turizmciyi de bitiriyorlar. Bu tablo Türkiye'ye turistin gelmesini engelliyor. Turist gelmiyor. Bu kadar yoğun virüsün dolaştığı bir coğrafyaya yabancılar niye gelsin? Turistler niye gelsin? Değerli arkadaşlarım; oysa turizm bizim için çok ama çok önemli. Bacasız sanayi diyoruz. Hava kirliliği yok, gayet güzel bir atmosferimiz var ve bu atmosfer içinde insanlar huzur içinde gelip Türkiye'de dinlenmek istiyorlar ama hükümet izin vermiyor. Böyle bir tablo var. Cari açığı kapatan turizm. Pek çok alana baktığınız zaman turizm sektörü 54 farklı alana katkı veriyor, 54 farklı alana. Kısa çalışma ödeneğinin kaldırılması burada en büyük sorun olarak karşımıza çıkıyor. Kısa çalışma ödeneğinin tekrar gelmesi lazım. Türkiye Odalar Borsalar Birliği bunu istiyor, Ankara Ticaret Odası istiyor, İstanbul Ticaret Odası istiyor, İstanbul Sanayi Odası istiyor, Ege Sanayi Bölgesi istiyor; Konya, Van, Sivas, Samsun, Antalya Ticaret ve Sanayi Odaları bunu istiyor.
Turizm sektörü bu pozisyondayken değerli arkadaşlarım ve siz kısa çalışma ödeneğini kaldırırken, toplumun gözünden kaçan bir şey yaptılar. Bankalardaki mevduat faizine uygulanan stopajı düşürdüler. Kısa çalışma ödeneğinden kaç kişi yararlanıyordu? 1 milyon 139 bin kişi. 1 milyon 139 bin kişiyi, işsizlik tehlikesiyle karşı karşıya getirdiler. Peki, bankada mevduatı olanlar? Bakın, 6 aya kadar olan hesaplar için yüzde 15'ten, yüzde 5'e düşürdüler. Bir yıla kadar olan vadeli hesapları 12'den, 3'e düşürdüler. Bir yıldan uzun vadeli mevduat hesaplarındaki faiz oranını yüzde 10'dan, sıfırladılar. Peki bu para nereye gidiyor aldıkları stopaj? Vergi olarak bütçeye gidiyordu. Peki, işçi için ödenen kısa çalışma ödeneği nereden karşılanıyordu? İşçinin kumbarasından, İşsizlik Sigortası Fonu’ndan. Bu neyi gösteriyor? Hükümet rantiye sınıfına çalışıyor; işçiye değil, emekliye değil, memura değil, çiftçiye değil, rantiye sınıfına çalışıyor ve bu gerçeği herkesin bilmesini isterim.
Bir şey daha: Bankalarda 1 milyonun üzerinde hesabı olan, mevduat hesabı olanların sayısı 283 bin kişi. 283 bin kişinin mevduat faizinin sıfırladılar. "Sen devlete vergi ödemeyebilirsin" diyorlar. Ama bunun yanında 1 milyon 300 bin kişi olan kısa çalışma ödeneği yaralanan kişiye de parayı vermediler. Bu rakamları bütün arkadaşlarımın her yerde anlatmasını istiyorum. Bu iktidar, soygun düzenini teşvik eden bu iktidar halk için çalışmıyor, vatandaş için çalışmıyor, işçi için çalışmıyor, emekli için çalışmıyor, rantiye için çalışıyor.
Değerli arkadaşlarım; turizm... Yine de ben Erdoğan'a bir öneride bulunmak isterim, ülkesini seven, insanını seven, bayrağını seven birisi olarak öneride bulunmak isterim. Kardeşim, turizmcileri çağır, davet et, "Sizin sorununuz nedir?" diye dinle, onların çözüm önerileri nedir diye dinle ve gereğini yap. Ben yine sana rakam vereyim: 2020 yılında turizm sektörüne hangi ülke, ne kadar hibe verdi? Hibe diyorum bakın, kredi değil hibe verdi. Fransa, cirosunun yüzde 50'sini kaybeden her bir turizmciye 10 bin avro verdi, her birisine, tek tek. İtalya, turizm sektörüne 2 milyar avro para ayırdı. İspanya, 300 milyon avro para ayırdı. Yunanistan, 330 milyon avro para ayırdı. Diyorlardı ya: Yunanistan battı. Türkiye, sıfır, sıfır; hibe olarak sıfır. 2021 bütçesi -bu söylediğim 2020- 2021 bütçesine de ödenek koydular. İspanya 11 milyar avro koydu. Yunanistan 7,5 milyar avro koydu. Türkiye, sıfır. Oysa bu turizm sektörü Türkiye için çok önemli. Gelen her turist, tarım sektörüne destek veriyor, sanayi sektörüne destek veriyor, işçiye destek veriyor, istihdam yaratıyor ve Türkiye buradan büyük emek harcamadan dolarlar kazanıyor. Cari açığı kapatıyorsunuz ama turizme düşman olanlar böyle bir tabloyu önümüze koyuyorlar.
Değerli arkadaşlarım, iktidarın rantiyeye çalıştığını söyledim. Yandaşlara çalıştığını söyledim. Balık baştan kokar, bunu atalarımız da söylüyorlar. Oda TV diye bir internet sitemiz var, hâlâ kapalı. Ama bu internet sitesi teknolojinin verdiği olanaklarla yayınını sürdürüyor. Burada Can Özçelik imzasıyla bir haber yayınlandı: Ticaret Bakanı ve kocası, ikisi şirket kurmuşlar, dezenfektan üretiyorlar. Kime satıyorlar? Bakanlığına, kendi bakanlığına satıyor. Allah aşkına ya! Ne hale geldiğimizi görüyor musunuz? Bakan ol, şirketin var. Sürekli şirketinden mal al. Sonra bunu ahlak diye millete sat. Sonra bu milletin önünde söylenecek, tek kelime etmeyeceksin, tek kelime söylemeyeceksin. AK Parti'ye oy veren değerli kardeşlerim; bakın Türkiye nasıl yönetiliyor, kimlere hangi imkanlar sağlanıyor? Bakanlık koltuğunda oturacaksın, şirketin olacak, dezenfektan üreteceksin ve bakanlık onu satın alacak ve sen bu haber çıktıktan sonra çıkıp tek kelime bile etmeyeceksin, tek kelime bile... Bir yolsuzluklar ülkesi oldu Türkiye. E peki, bu bakan niye sesini çıkarmıyor? Şunun için:" Yukardakini örnek alıyorum, herkes bunu yapıyor diyor. "Gençler de pudra şekeri ile idare ediyorlar. Hepimiz malı götürüyoruz" diyor. "Vatandaş da seyrediyor" diyor. Sözüm söz, sizin burnunuzdan fitil fitil getireceğim, fitil fitil...
İlk yapacağımız iş, ilk yapacağımız iş, parlamentoya siyasi ahlak kanununu getireceğiz. Milletin takdiri ile; sandık gelecek, Allah'ın izniyle iktidar olacağız. İlk yapacağımız iş, siyasi ahlak kanununu bu Meclis’e getirmek olacak.
Değerli arkadaşlarım; hepinizin çok iyi bildiği bir 128 milyar dolar olayımız var. Anaokuluna yeni başlayan bir çocuğun anlayacağı dille 5 tane soru sordum. Anaokuluna yeni başlayan çocuğun anlayacağı dille 5 tane soru sordum. Üstelik bir kez değil, haftalardır soruyorum.
Arkadaş ,128 milyar doları hangi yöntemle sattın sen? Bunu benim bilmeye ihtiyacım var, Türkiye'nin hakkını savunuyorum. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını savunuyorum.
Bu satışı hangi tarihlerde yaptın? Bir günde yapmadın, bir yılda da yapmadın. 128 milyar doları hangi tarihlerde, ne kadar sattın?
Hangi kurdan sattın? Bunu da ben öğrenmek istiyorum. Bunun da cevabı yok, şu ana kadar.
Bu ticaretin alıcıları kim, kimler aldı bunu? Bunu da bilmiyoruz.
Ve bu satış işleminin altında kimlerin imzası var?
Anaokuluna yeni başlayan çocuk bu soruları anlar, yani soru sorduğumuzu anlar. 83 milyon vatandaşımız da bunu biliyor. Soruları sorduk, cevap yok. Bir daha sorduk, cevap yok. Bir daha sorduk, cevap yok. Bizi tatmin eden cevap yok. Ne yapalım dedik. İl ve ilçe başkanlarımız assınlar kendi bulundukları binalara, afişleri assınlar. Artı, billboardlara para ödedik, kiraladık ve oraya yapıştıralım dedik. Vatandaş da sorsun, bu 128 milyar dolar nerede? Büyük para çünkü.
Değerli arkadaşlarım; 128 milyar doların nereye gittiğini şu ana kadar bilmiyoruz. Açıklamalar yapılıyor mu? Evet, açıklamalar yapılıyor ama birinci sorunun cevabını aldık. Bu satış hangi yöntemle yapıldı? Şimdiki Merkez Bankası Başkanı çıktı, bir açıklama yaptı. "21 Şubat 2017 tarihi itibariyle, Hazine Müsteşarlığı ile Merkez Bankası arasında bir protokol yapıldı ve o protokole göre satıldı" dedi. Birinci sorunun cevabı bu. Bu protokolü dayandırdıkları kanun var, onu da açıkladı. Ama o kanunun 2’nci maddesi, 4059 sayılı Hazine Müsteşarlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanunun 2’nci maddesi, 2018 yılında 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile iptal edildi. İptal edildi ama satışlar devam ediyor. Öyle tahmin ediyoruz, bilmiyoruz. Yani protokol, şu anda kanunsuz bir protokol. Yasal tabanı, yasal dayanağı olmayan bir protokol. E bakıyoruz Merkez Bankası Kanunu’na, hâlâ yürürlükte, diyor ki: "Ülke, yani Türkiye altın ve döviz rezervlerinin yönetimine ilişkin usul ve esasların tespitiyle gerekli düzenlemeleri yapmaya Merkez Bankası Banka Meclisi görev ve yetkilidir" diyor. Burası yok. Merkez Bankası bu işin içinde yok.
Değerli arkadaşlarım; devam ediyorum: Billboardları astık. Panolar, zaten kimse korkudan yayınlamadı. Billboardlara kimse cesaret edip, bizim para verdiğimiz halde ilanı yayınlamadılar. Polisler geldiler vinçlerle, çıktılar bizim afişleri indirdiler değerli arkadaşlarım. Polisler, valiler, savcılar, hakimler seferber oldular. Aklın alacağı bir şey değil. Bir de diyorlar ki ülkede demokrasi var. Hani kimseye hakaret etsek, alabilirsin. Yanlış bir şey söylesek, alabilirsin. Soru soruyoruz, "128 milyar nerede?" diye. Gayet basit bir soru soruyoruz. Neden indiriyorlar? Korkuyorlar. Neden indiriyorlar? Millet öğrenmesin diye. Neden indiriyorlar? Çünkü hesabını veremiyorlar. Değerli arkadaşlarım, yine sormaya devam edeceğiz. Anayasa Mahkemesi'nin bir kararı var. Bunu da, bu kararların altına imza atan savcılar ve hakimler, sözde savcılar ve hakimler duysunlar diye söylüyorum. 26 Mart 2020, yani geçen yıl. Bir siyasi parti binasına asılan pankartın indirilmesi nedeniyle, ifade özgürlüğünün ihlal edilmesi. Karar almış. Anayasa Mahkemesi'nin internet sitesine girdiğinizde, basın açıklamalarında bunu görürsünüz orada zaten. Burada diyor, "ifade özgürlüğünü sen ihlal ediyorsun" diyor. Söylediği ne biliyor musunuz? Onu da söyleyeyim değerli arkadaşlar: Söylediği "katil-hırsız AKP" diye yazmışlar. "Bunu indiremezsin" diyor. "İfade özgürlüğüne aykırıdır" diyor. Bu lafa bu Anayasa Mahkemesi, "hayır sen ifade özgürlüğüne; siyasetçi en sert eleştirilere tahammül etmek zorundadır" diyor. "Bunu bile kaldıramazsın" diyor. Biz "128 milyar nerede?" diyoruz, kaldırıyorlar. Bu ne demektir? Yargı da askıya alındı. Yargı da askıya alındı. Savcılıklar da askıya alındı. Ben bu milletin, fakir fukaranın hakkını savunmayacaksam neden siyaset yapıyorum? Biz neden siyaset yapıyoruz?
Değerli arkadaşlar; sorduk soruları. Her bir kafadan ayrı cevap, okuyayım size biraz da gülelim:
Erdoğan: "Salgın bahanesiyle finansal dalga yaratmak isteyenlere fırsat vermemek için kullandık" diyor. "128 milyarı salgın dolayısıyla kullandık" diyor. Yine Erdoğan: "Bu para Merkez Bankasında, kaybolan bir yok" diyor. "Para Merkez Bankasında, kaybolan bir şey yok" diyor.
Yiğit Bulut, Cumhurbaşkanının danışmanı jöleli arkadaşımız: "Türkiye'nin hiçbir zaman satılabilir rezervi olmadı" diyor. Birisi diyor, "kasada" birisi diyor, "yok böyle bir şey." Yine aynı kişi diyor ki: "Efendim, salgın döneminde kullandık" diyor. Hangisi doğru?
Nurettin Canikli: "75 milyar doları Türkiye'deki yerleşik gerçek ve tüzel kişiler satın almışlar. Yani hane halklarının evinde" diyor. Şimdi ben soruyorum taksiciye, garibana, simitçiye, sanayiciye: Allah aşkına bu 75 milyar dolardan siz bir para aldınız mı? Yine devam ediyor Nurettin Canikli: "Sonuç itibariyle her şey açık ve net 128 milyar dolar burada, sizin aklınız nerede?" diyor.
Hamza Dağ, AK Parti Tanıtım ve Medya Başkanı da açıklama yapmış: "128 milyar dolar kasada" diyor ama Merkez Bankası'nın internet sitesine bakıyorsunuz, yok böyle bir para. Yok böyle bir para. Merkez Bankası mı doğruyu söylüyor, Hamza Dağ mı doğruyu söylüyor? Malı götürmüşler, milleti kaldıracaklar. Yer miyiz biz bunu? Yemeyiz, yemeyiz, yemeyiz.
Cemil Ertem, bu da Cumhurbaşkanının baş danışmanı: "128 milyar dolar hesabını nasıl yaptıklarını bilmiyorum ve bu hesaba ulaşamıyorum." Sen zaten ulaşamazsın, senin dünyadan haberin yok zaten. Adam malı götürmüş, "hesabı bilemiyorum" diyor. Sen hesap bilmiyorsan ne arıyorsun Cumhurbaşkanlığında? Çünkü yağdanlık arıyor Erdoğan kendisine, her söylediğini onaylayacak kişiler arıyor. Açıklama yaptıkça batıyorlar.
Mahir Ünal; onun da zaten dolardan hiç haberi yok. "128 milyar nerede" diye soruyor; lira, o da liraya takmış kafayı. Millet dolar soruyor, hâlâ haberi bile yok onun.
Bülent Turan, AK Parti Grup Başkanvekili: "Siyasette ne seviye, ne de nezaket bıraktılar. Tartışmalar, eylemler, afişler bunun bir göstergesi" diyor. Ya soru sormak ne zamandan beri seviyesizlik, nezaketsizlik oldu? Fakirin, fukaranın hakkını sormak ne zamandan beri böyle oldu?
Ve Lütfi Elvan açıklama yaptı dün. Diyor ki: "Ne kadarlık döviz alım-satımı gerçekleştirilmiş? Hepsini görebilme imkanımız var" diyor. Yani öncelikle 128 milyar doların satıldığını Hazine ve Maliye Bakanı kabul ediyor. "Tamamen açık ve şeffaf" diyor. Valla bilmiyoruz. Açık ve şeffafsa hadi bana söylemiyorsun, ekonomi yazarlarına söyle. Hadi bana söylemiyorsun, Milliyetçi Hareket Partisi'nin Genel Başkanına söyle. Senin yandaşın, ona söyle "parayı şuraya harcadık" diye. Devam ediyor: "Bilgi kirliliğinin ortadan kaldırılması açısından bu verilerin yayınlanmasında fayda görüyorum. Tabii takdir Merkez Bankasının” diyor. Beyefendi, takdir Merkez Bankasının da, siz Merkez Bankasına bir şey bırakmadınız ki. Açıklama yapıyor Lütfü Elvan; parayı Merkez Bankası satmadı ki. Satılan dövizler Hazine'nin, Merkez Bankasındaki dövizleridir, bir muhabir banka tarafından Hazine adına piyasada satılmıştır. Hazine adına satılmışsa, Hazine satmışsa, sen de Hazine ve Maliye Bakanısın kardeşim, sen açıkla. O da açıklayamıyor. Bu ne yapıyor? Kendisini kurtarmaya çalışıyor. "Benim dönemimde olmadı bunlar. Ben bunu yapmadım" diyor. "Merkez Bankası açıklasın" diyor bunu. Protokole göre Hazine yapmış bu işi. Merkez Bankası neden bundan kaçtı? Çünkü Merkez Bankası suça ortak olmak istemedi. "Alın kardeşim, bir protokol yapalım, parayı size verelim" dedi. "Ne yapıyorsanız yapın, bizi bulaştırmayın" dedi. İşin Türkçesi budur. O nedenle çuvallıyorlar, o nedenle açıklama yapamıyorlar. O nedenle yaptıkları açıklamaların tamamı tutarsız ve o nedenle geçen hafta çarşamba günü bu soruya cevap bekler benden kamuoyu diye Erdoğan grup toplantısı yapamadı.
Değerli arkadaşlarım; soruyu sormak bizim görevimizdir. Vatandaşın hakkını, hukukunu aramak bizim görevimizdir. Biz bunu bir namus borcu olarak görürüz. Yediğimiz her lokmanın helal olması için ben ve biz ve bizler ve 83 milyon bu soruyu sormak zorundadır ve onlarda cevap vermek zorundadırlar.
Araştırma yapmışlar, "128 milyar nerede sorusuna nasıl cevap verirdiniz" diye vatandaşlara soruyor bir şirket, araştırma şirketi. Birinci seçenek, "muhalefetin bu soruyu sormasını engellerdim." Buna destek verenlerin oranı yüzde 6,2. Yüzde 6,2 diyor ki: “Ben bu soruyu asla sordurmazdım, yasaklardım bu soruyu sormayı.” İkinci seçenek, “muhalefetin bu sorusuna yanıt vermezdim" diyor. "Ne söylerlerse söylesinler, asla cevap vermezdim" diyor. Üçüncü seçenek, "şeffaf bir iktidar olmanın gereği olarak cevap verirdim" diyor. Paranın nerelere harcandığına şeffaf bir iktidarın gereği olarak cevap verirdim Oran kaç? Yüzde 82,8. AK Parti seçmeninin yüzde 71,2'si "cevap verin" diyor. MHP seçmeninin yüzde 86,1'i, "evet bu soruya cevap verilmesi lazım" diyor.
Değerli arkadaşlarım; ülke çok sancılı bir dönemden geçiyor. Hepimiz bunu biliyoruz. Ekonomi ne yazık ki çöktü, yönetemiyorlar. Patates için, dağıtılan patates için insanlar kavga ediyor. Değerli arkadaşlarım, birbirlerini eziyorlar bir çuval patates alabilmek için. 21’inci Yüzyıl'ın Türkiye'sinden söz ediyorum ben, 21’inci Yüzyıl'ın Türkiye'si... Patates için, patates almak için insanlar birbirini eziyor. Yardım gelecek haberi çıkıyor, insanlar koşa koşa gidiyorlar, saatlerce bekliyorlar "yardım dağıtılacak mı?" diye. Beyefendi öyle bir yerde oturuyor ki, onları görmüyor, vatandaşı görmüyor. Vatandaşa yalan söylüyor. "Uzaya gideceğiz, Ay'a gideceğiz beyler, meraklanmayın" diyor. Sen Ay'a gideceğine, otur vatandaşın bir karnını doyur kardeşim, karnını doyurur. Bu ülkede görülmemiş bir şekilde, -bir daha söylüyorum- görülmemiş bir şekilde 128 milyar dolar arka kapıdan birilerine peşkeş çekildi.
128 milyar, arka kapıdan, Merkez Bankası devre dışı bırakılarak... Değerli arkadaşlarım, kime sattıkları belli değil, kaça sattıkları belli değil, hangi kur üzerinden sattıkları belli değil. Arka kapıdan kodamanlara sattılar. Kim aldı bunları? "Efendim, halka verdik, hanelerdedir." Canikli diyor ya... Kardeşim halka soruyorum: Çiftçiye sordum, emekliye sordum, taksiciye sordum, sanayiciye sordum, KOBİ'ye diye sordum. Sormadığım adam kalmadı, "ya aldınız mı?", “Vallahi billahi almadık” diyorlar. Arka kapıdan veriyorsan, zaten bunlara vermezsin. Niye arka kapıdan verirsin? Yandaşının vermek için. Bunu yaptılar mı? Evet yaptılar değerli arkadaşlarım. Eğer vatandaşlardan birisi, "ben aldım diyorsa" çıkıp şunu söylesin: "Allah razı olsun 128 milyar dolardan ben de bir miktar para aldım" desin. Ben de göreyim, tanıyayım o kişiyi. Toplumun önüne çıkan bir kişi bile yok, bir kişi bile yok. Değerli arkadaşlarım, arka kapıdan kime sattılar? Kodamanlara sattılar. Buradan Allah şahittir, milletime söz veriyorum, milletime söz veriyorum: Sandık gelecek, iktidar olacağız; o kodamanlara 128 milyar doların hesabını soracağım, fitil fitil burunlarından getireceğim.
128 Milyar dolar kimindir? Bu da önemli bir soru. Kimin parası bu? 128 milyar dolar, Merkez Bankası’nın kasasında olan 128 milyar dolar -bugün değil, geçmişte- olan ve bugün de yok olan bu para kimin parasıdır? Markette alarm takılan bebek mamasını alamayan annenin parasıdır bu. 128 milyar dolar, dükkanını kapatıp, ceketini alıp, evine mahcup bir şekilde giden esnafın parasıdır bu para. 128 milyar dolar kimin parası? Yıllarını, emeğini verdiği dükkanını kapatan vatandaşın parasıdır. Lokantada çalışan işçinin parasıdır. 128 milyar dolar, bunların parasıydı.
Sadece bunların mı? Hayır. Salgın koşullarında fabrikalarda ve inşaatlarda alın teriyle çalışan işçilerin parasıdır. 128 milyar dolar kimin parasıdır? Her türlü engellemeye rağmen toprağı işleyen, üreten, karnımız doymasına katkı veren çiftçinin parasıdır 128 milyar dolar. 128 milyar dolar, evinde ailesini, sevdiklerini bırakıp, "bir kişiyi daha kurtarabilir miyim?" diye çalışan, çaba harcayan sağlıkçıların parasıdır. 128 milyar dolar, hakkı verilmeyen polislerin parasıdır. "Bunu sormayın" diyorlar. "Nereden çıktı bu?" diyorlar. O zaman biz siyaseti bırakalım. Erdoğan'ın buna oturup, makul bir cevap vermesi lazım. O kodamanlara aktardığı paraların miktarını açıklaması lazım. Kime gitti bu paralar? Kim aldı bu paraları? Hangi kurdan aldılar? Kimler vurgunu vurdu? Bunu öğrenmek zorundayız.
Değerli arkadaşlarım; işin şakası yok, ekonomik buhranla karşı karşıyayız. İnsanlar intihar ediyorlar. 128 milyar dolar Merkez Bankası’nın kasasında olsaydı bugün, Türkiye'nin itibarı, Türkiye'nin ekonomisi farklı bir yerdeydi. Şu anda rezerv eksi bakiye veriyor. Değerli arkadaşlarım, bu olayı örtmek için "emekli amiraller darbe yapıyor" mizansenini koydular ortaya. 80 yaşındaki emekli amirale kelepçe taktılar. Yetmedi, arkasından da benim ve arkadaşlarım için dokunulmazlığın kaldırılmasını istediler. Erdoğan; kiminle gelirsen gel, nasıl gelirsen gel, vız gelir, tırıs gider.
Trol ordusu görevlendirmiş. "Benim bir trol ordum var, paralarını saray ödüyor." Beni sözde kötüleyecekler, beni karalayacaklar. Kiminle gelirsen gel, nasıl gelirsen gel. Hesabını soracağım ben, hesabını soracağım. Fakir, fukaradan alınan, fakir, fukaradan çalınan, o gençlerden çalınan bütün hakları aynen iade edeceğim ve telafi edeceğim.
Yiğide savaş bayramdır diyoruz. Bir daha söyleyeyim, Erdoğan duysun diye: Yiğide savaş bayramdır. Unutmasın, bu salonda binlerce yiğit kadın ve erkek vardır.
Hepinize teşekkür ederim değerli arkadaşlarım.
Tüm Fotoğraflar İçin Tıklayınız...