Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Sertaç Eş'e verdiği röportaj şöyle:
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Millet İttifakı’na yönelik tartışmaları değerlendirdi
Kılıçdaroğlu, altı muhalefet partisinin yürüttüğü parlamenter sistemle ilgili çalışması için “Sonuçlandı ve hepimiz demokrasiden yanayız” dedi. İttifakın cumhurbaşkanı adayı tartışmaları için CHP lideri, “Mutfaklarda yangın var, şimdi aday tartışmak gereksizdir. Yeri, zamanı gelince hepimiz masaya oturur tartışırız” açıklaması yaptı:
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayının kim olacağı noktasında bir sorun yaşanacağını düşünmediğini, bu konuyu zamanı gelince diğer parti liderleriyle görüşeceklerini dile getirdi. Üçüncü ittifak arayışlarını demokrasi açısından önemsediğini belirten Kılıçdaroğlu, “Sürekli siyasal zemin kaybeden bir parti ve onun küçük ortağı, Millet İttifakı içinde olmayan bir partiyi ittifakın içindeymiş gibi göstererek siyaset yapıyorlar. Üçüncü ittifak çıkarcı siyasetin kirli söylemlerini sonlandırması açısından da önemli” ifadelerini kullandı.
Kılıçdaroğlu’nun sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
- Gazeteci Sedef Kabaş, cumhurbaşkanına hakaretten tutuklandı. Sanatçı Sezen Aksu için de Erdoğan, ‘Dilini kopartırız’ söylemini kullandı. Bir değerlendirme yapar mısınız?
Devleti önce hoşgörüyle, adaletle, vatandaşların özgürlük ortamını kısmadan yönetmek zorundalar. Devleti yönetenlerin, devleti liyakatle yönetmeleri gerektiğini hepimiz şöyle veya böyle biliyoruz ve defalarca dillendirdik. Daha önce gazeteciler üzerinde, sosyal medyadan düşüncelerini açıklayan vatandaşlar üzerinde bazı baskılar vardı ve sabahın erken saatlerinde evleri basılır, bunları gözaltına aldırırlardı. Kamuoyundan da değişik çevrelerden tepki geldi “Bu doğru değil” diye ve sonunda bir belge açıkladılar. Mart 2021’de, İnsan Hakları Eylem Planı’nı açıkladılar ve bu plan açıklanırken de ülkeye, demokrasinin, hoşgörünün geldiğini, artık sabahın erken saatlerinde kimsenin otellerden, evlerden alınmayacağını… Bunlara yazı gönderileceğini, gelip ifadelerine başvurulacağını bir şekilde kamuoyuyla paylaştılar. Şimdi, devleti yöneten kişilerin önce verdikleri sözleri tutmaları gerekir. Bunlar verildi mi? Evet, bu sözler verildi. Kamuoyuna açıklandı mı? Evet, kamuoyuna açıklandı. Açıklanırken demokrasi, özgürlük vurgusu yapıldı mı? Evet, demokrasi vurgusu da özgürlük vurgusu da yapıldı. Dönüp şimdiye bakmak lazım. Peki, şimdi o tarihten bu yana ne değişti?
"SİYASETÇİNİN ELEŞTİRİYE İHTİYACI VAR"
Verdiğiniz sözleri tutmuyorsanız, o zaman siz vatandaşla aranızda güven ilişkisini ciddi ölçüde zedelemişsiniz demektir. Zaten şu anda var olan temel sorun, vatandaşla Saray arasındaki güven sorunu. Güven yok. Çünkü 10 dakika önce söylediğinin, 10 dakika sonra tam tersini yapabiliyor. İnsanlar düşüncelerini söyleyebilirler ve siz o düşünceyi beğenmeyebilirsiniz. Savcılar soruşturma da açabilirler. Ama bunun insani koşullarda, hukuk, demokrasi, özgürlük içinde olması lazım. Bir başka şey, devleti yönetenler her türlü eleştiriye açık kişilerdir. Siyasetin özünde bu yatar zaten. Siyasetçinin alkışa değil, sağlıklı ve tutarlı eleştiriye ihtiyacı vardır. Benim görmediğimi, devleti yöneten kişinin görmediğini, gazeteci, vatandaş görür, haksızlığı anlatır. Aslında bizim, devleti yönetenlerin bu tür eleştirileri ya da bu tür haksızlıkları kendisine, kamuoyuna yansıtan, dolayısıyla kendisini bilgilendiren kişilere saygı göstermesi lazım. Medya özgürlüğünün temel özelliği de bu zaten. Halk adına denetim yapıyor. Yönetenleri, gücü denetliyor aslında. Şimdi siz, öyle bir noktaya taşındı ki eleştiriye tahammül edemiyorsunuz, eleştirenlerin evlerini sabahın erken saatlerinde basıyorsunuz, gözaltına alıyorsunuz, tutukluyorsunuz. Bunu yaparken de çifte standart uyguluyorsunuz. Eğer eleştiri muhalefete yönelikse ve en ağır eleştiriler varsa, bunu görmezden geliyorsunuz. Size yönelik bir eleştiri varsa, devletin bütün gücünü kullanıyorsunuz. Bu da kendilerinin samimi olmadığını gösteriyor aslında.
- Eylem planı açıklandıktan sonra siz, umutsuz bir şekilde, ‘Umarız bunları uygularlar’ demiştiniz, uygulanmadı...
Tabii, uygulanmadı. Anayasanın askıya alındığı bir ülkede bu tür eylem planlarının hiçbir anlamı yok zaten. Çünkü yaptıkları açıklamalar sadece belli çevrelere, “Efendim bizde de demokrasi, özgürlükler var. Biz de İnsan Hakları Eylem Bildirgesi’ni açıkladık. İnsan haklarına saygı göstereceğiz” diye... Bunlar da yapılabiliyor yani. Yapılıyor ama dediğim gibi kimse inanmıyor aslında. Çünkü o güven artık sarsıldı ve koptu. Toplum ve Saray arasındaki güven bağı koptu yani. Tabii bir de ibadethaneler var. Allah’a ibadet etmek, Allah ve kul arasındaki manevi gücü, manevi bağı güçlendirmek için özel mekânlardır. Bu mekânlarda, kinden, öfkeden bahsedilmez. Yunus’umuz, Mevlana’mız, Hacı Bektaş-ı Veli’miz, Ahi Evran’ımız vardır. Bakıldığı zaman sevgiden, hoşgörüden, birlikten, beraberlikten söz edilir ve buralar bir anlamda kinin ve öfkenin akla gelmediği, intikam duygusunun akla gelmediği yerlerdir. Şimdi siz ibadethanede eğer kin ve öfkeyi önceleyen bir dil kullanırsanız, bu da yanlıştır. Doğru değil ve kabul edilemez yani.
- ‘Üçüncü ittifak görüşmeleri sürüyor. Onlar da içinde biraz parçalı gibi görünüyor ama siz üçüncü ittifak konusuna nasıl yaklaşıyorsunuz?
Üçüncü ittifak, gazetelerden okuyunca, doğrusunu isterseniz Cumhur ve Millet İttifakı dışında kalan partilerin bir araya gelip üçüncü bir ittifak oluşturmaları demokratik zeminin gelişmesi açısından son derece olumlu bulduğumu ifade edeyim. Birden fazla nedeni var. Birinci nedeni şu: Az önce ifade ettim, üçüncü ittifak, diğer iki ittifak içinde yer bulamayan partiler, üçüncü bir ittifak oluşturarak parlamentoya daha güçlü gelmenin yollarını arıyorlar. O da bunların demokratik hakkı ve bu haklarını kullanıyorlar. İkincisi; ittifaka dahil olmadığı halde bir parti, ittifaka dahilmiş gibi gösterilerek bir anlamda, bir partinin suçlanmasını veya birden fazla partinin, yani HDP’nin, suçlanmasını ortadan kaldıracaktır. Kimin nerede, hangi ittifak içinde olduğu daha net görülecektir. Dolayısıyla gereksiz suçlamalar ve tartışmalar da bitmiş olacaktır. İkinci büyük yararı da bu. Bu açıdan ben, üçüncü bir ittifakın kurulmasını gayet güzel ve doğru buluyorum.
- Bu noktada, Millet İttifakı’nın da yararına olacak herhalde...
Evet. Bize ve İYİ Parti’ye, diğer partilere de oluyor. Dolayısıyla vatandaşa vaat edeceği bir şeyi kalmayan, sürekli zemin kaybeden, siyasal zemin kaybeden, vatandaşla arasındaki güvensizliği her geçen gün büyüyen bir parti ve onun küçük ortağı, Millet İttifakı’nı suçlayarak ve Millet İttifakı’nın, içinde olmadığı bir partiyi ittifakın içindeymiş gibi göstererek suçlamasının önüne geçilecek. Yani bu açıdan bence iyi bir şey.
- Kurultayı ertelediniz, bu konuda partiden tersi yönde bir talep var mı?
Yok gelmedi. Herhangi bir talep gelmedi. Ne MYK’den, ne Parti Meclisi’nden ne de örgütten herhangi bir olumsuzluk geldi. Yani olumsuz söylem, “Niye yapmadınız?” diye bir soru gelmedi. Çünkü örgüt de seçime hazır ve seçim hazırlığı yapıyor. Biz de seçime hazırız ve seçim hazırlığı yapıyoruz. Sandık görevlilerini belirliyoruz şimdi. Sandık görevlilerinin belirlendiği bir ortamda, her okulda mutlaka bir avukat olsun arayışının olduğu ve bunun çabasının harcandığı bir ortamda biz nasıl kurultay yapacağız? Amaç, Türkiye genelinde her sandıkta mutlaka bir gözlemci olsun, yeteri kadar müşahit olsun, ayrıca sandıkların konulduğu okullarda da mutlaka bir gönüllü avukat olsun, uyuşmazlık çıktığı zaman hemen rahatlıkla başvurabilecekleri bir kişi olsun. Bu çalışmalar zaten şu anda yapılıyor. Epey de bir mesafe alındı ama bunu zaman içinde giderek büyüteceğiz.
"BELEDİYELERİMİZDEN KOPYA ÇEKİYORLAR"
- Yerel seçimlerdeki başarınızın ardından belediyelerinize yönelik şeytanlaştırma, suçlama girişimleri var. Uygulamada engeller çıkarılıyor, konu çokça tartışılıyor. Halkın bakışı nedir bu konuya, sizin parti olarak gündeminizde bir önlem var mı?
Şöyle, şimdi belediye başkanlarımız var olan olanakları en verimli şekilde kullanıyorlar. Bu bir sefer çok önemli. İki; ihaleleri saydam yapıyorlar. Üç; geçmiş belediye başkanlarının yaptıkları yatırımların maliyetlerini, yatırımların maliyetlerine baktığımızda, kendilerinin de benzer bir yatırımı çok daha düşük bir bedelle bitirdiklerini görüyoruz. Diğer belediyeler de… İzmir, Aydın, Eskişehir zaten bizdeydi, bir sorun yoktu. Adana, Antalya, Mersin, İstanbul, Ankara gibi belediyeler de hem maliyetleri epey düşürdüler. Bu şu anlama geliyor: İhaleleri doğru yaptılar, gereksiz harcamaların önüne büyük ölçüde geçtiler. Dolayısıyla kamuoyuna güven verdiler. Gittiğimiz her yerde yapılan her ihalenin mutlaka bedelini görürüz biz. Televizyonlara veya medya önünde açılışlar yapıldığı zaman; yapılan yatırım var, yatırımın da kaça mal olduğu bir şekliyle orada yazar. Bu bizim açımızdan önemli. Belediyelerde saydamlığı öngörmek aslında önemli. Erdoğan bunu hazmedemedi. İlk yaptığı açıklamalardan birisi; “Sizler de ihaleleri YouTube’dan canlı olarak yapın.”
- Örnek olarak...
19 yıldır yapmıyor, CHP yaptıktan sonra ve maliyetler bir hayli düştükten sonra, “Siz de yapın” diye kendi belediyelerine öneride bulunuyor. Devleti yönetemiyorlar. Devletin nasıl yönetildiğini aslında bizden öğreniyorlar. Belediyelerimize dedik ki “Şikâyet etmeyeceksiniz. Engel çıkaracaklar, biz bunun farkındayız.” Engel çıkarmaları, bizim belediyelerimizin başarılarını hazmedemiyorlar, kıskanıyorlar, bütün engellere rağmen belediye başkanları başarılı, “Nasıl başarısız kılarız?” diye bir arayış içindeler. İstanbul’da metro yatırımları neredeyse tamamen bitmişti. Durmuştu daha doğrusu metro yatırımları. Finans sorunu vardı, Ekrem (İmamoğlu) Bey geldi. Aynı anda 10 metro inşaatını başlatan, yürüten dünyadaki tek belediye. Üstelik, bir sürü aksamaya, engele rağmen bütün bunların tamamı yapılıyor. O nedenle şunu herkesin kabul etmesi lazım, belediye başkanlarımızın başarısı aslında bir Türkiye başarısıdır. Belediye başkanlarımızın başarısı, aynı zamanda vatandaştan alınan her kuruşun hesabının kendi beldesindeki vatandaşa verilmesidir. Saydam, tutarlı bir davranıştır. Böyle bakmak lazım. Erdoğan başarıyı hazmedemiyor, engel çıkarıyor ama bu engellerin hepsini aşacağız ve amacımızı gerçekleştireceğiz. Erdoğan ne yaparsa yapsın.
"KİMSE GÜVENCEMİZ DEĞİL, CHP VAR"
- Boğaziçi Üniversitesi eylemleriyle kapılara zincir vurma, kapatma geleneği başladı. Siz de TÜİK ve MEB’den bilgi almak isterken benzer uygulamalar yaşandı, yeni bir girişiminiz olacak mı?
Eğer, toplumsal olarak ciddi bir kitle haksızlığa uğrarsa, onların sesini duyurmak için elbette ki ne gerekiyorsa yapacağım. TÜİK’in rakamları düşük göstermesi, işçilerin, memurların, emeklilerin, dul ve yetimlerin düşük aylık almasına yol açıyordu. 100 binlerin, hatta milyonların hakkını benim korumam lazım. MEB’de; dereceye girmiş, KPSS’de büyük başarı elde etmiş insanların sözlüde elenmeleri, düşük puan verilerek, düşük not verilerek elenmeleri… Burada da büyük bir haksızlık var. Annenin babanın, çocuklarının eli ekmek tutacak diye bütün fedakârlıklara katılarak onları okutmaları, KPSS’ye hazırlamaları ve bu sınavdan büyük başarı elde edip puanlar gelince sevinmeleri, artık bundan sonra sen de devlette mutlaka bir yerde görev alacaksın diye sevinmeleri ve bu sevinmenin o insanların kursağında bırakılması. Bu dramı birisinin dile getirmesi gerekiyordu, bu görev de bana düşüyordu. Bir sosyal demokrat olarak gittim. O nedenle bu büyük haksızlığın dile getirilmesi gerekiyordu. Bir hak yeniyor orada. Bir hak yeniyorsa sizin hakkı yenen insanlara sahip çıkmanız lazım. Onların kendilerini kimsesiz hissetmemeleri lazım.
- Güvencesiz insanların da güvencesi olmak için...
Tabii, kimse bu ülkede kendisini güvencesiz hissetmesin. Bizim sesimiz yeterince duyulmadı ama CHP Genel Başkanı geldi, yanımızda durdu, bizim sesimizi geniş kitlelere duyulmasını sağladı... Bunu yaptık, yapmaya da devam edeceğiz diye düşünüyorlar onlar.
"İŞSİZLİK ARTIYOR"
- Hükümet asgari ücreti karnaval havasıyla ilan etti ancak 10 milyon işsiz kimsenin aklına gelmiyor. Hükümetin bunu görmezden gelmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Hükümet sadece işsizleri değil aslında hiçbir sorun alanını görmüyor. O sorun alanlarının en derinlerinden ve köklülerinden biri işsizlik. Milyonlarca kişi işsiz olduğu halde pek çok yapay proje açıkladılar işsizliği artırmayla ilgili. Projeler, programlar açıkladılar. Yedi veya sekiz şu anda hatırlamıyorum. Gerekirse ben onları çıkartırım. Çünkü bir grup toplantısında o projeleri çıkarmıştık. Bunların yaptıkları programları istihdamı artırma vesaire. Açıkladıkları her programın sonunda işsizlik arttı. Bırakın azalmayı, arttı. Kamuyu ekonomiyi yönetmede o kadar zavallı, o kadar proje üretemez noktadalar ki şu açıklamayı yaptı Erdoğan taa başlangıçtan beri. TOBB’un genel kuruluna gitti, diğer işverenlerin genel kuruluna gitti. Dedi ki “Her işveren bir işçi alırsa sorun çözülür.” Hatta tehdit etti. Şimdi ekonominin nasıl yönetileceğini bilmiyor. Üretim zincirini senin teşvik etmen lazım. Üretim artarsa zaten işveren mecbur her işçiyi istihdam edecektir. Ama üretim artmıyor. Tam tersine üretenlerin cezalandırıldığı, ithalatçıların ödüllendirildiği bir sürecin içine sokuldu Türkiye. Dolara sahip olanların çok hızla zenginleştiği, devlete faizle borç para verenlerin süratle zenginleştiği, 84 milyon insanın da bu iki ekibe, dolar baronlarıyla faiz baronlarına çalıştığı bir sürecin için sokuldu Türkiye. O nedenle işsizlik var zaten. O nedenle yönetemiyorlar zaten. O nedenle program hazırlıyorlar, efendim işte istihdamı artırma programı ama arkası gelmiyor çünkü işveren nasıl çalıştıracak işçiyi? Çalıştıracağı ortam yok.
"UCUZA SATIYORUZ"
- Ekonomide gelinen aşamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye bir sürecin içine sokuldu. Ucuza sat, paralıya al. Aynı ürünü, ucuza sat ama dışarıdan pahalıya al. Buğday, kendi çiftçinden ucuza alıyorsun ama dışarıdan ithal ederken çok daha pahalıya alıyorsun. Pamuktan tutun, mercimeğe, ne varsa yani. Ne üretiyorsak dışarıya çok ucuza satıyoruz. Bir süre sonra bize kalmıyor. Dışarıdan çok daha pahalıya alıyoruz. Bu sürecin içine Türkiye sokuldu. Bu çok tehlikeli. Bu, üretenin de üretimden vazgeçmesi sonucunu doğurur. Nitekim tarımda yeteri kadar üretmemeye başladık. Düşünün son bir ayda 30 bin çiftçi Bağ-Kur primini ödeyemedi ve sistemden ayrıldı. Sıradan bir rakam gibi görülüyor ama üreten 30 bin kişi… Zam yaptılar, yıllık ödeyeceği pirim 10 milyonun üzerinde. Ne kadar kazanıyor bu çiftçi? Sıkıştığımız nokta bu. İkincisi, devlet dediğimiz kurum, devleti yönetenler liyakatli kadrolarla devleti yönetirler. Bir sorun çıkmaması için bugünden önlem alırlar. Bugünden önlem almanız için sağlıklı ve tutarlı bir plana ihtiyacınız var. Ama Devlet Planlama Teşkilatı kapatıldı. Peki siz sağlıklı bir planlama yapamıyorsunuz. Bizim doğalgazları en azından depolayacağımız bir alan var mıydı? Vardı. Yaz aylarında depolanabilir miydi? Depolanabilirdi. Bütün dünya böyle yaparken bizimkilerin umurunda olmadı. Yeteri kadar depolama yapamadılar. İran’ın Türkiye’ye gaz vermesinde kışın aksaklıklar olur. Yeni mi bu? Hayır. Her yıl oluyor. Şu soruyu sormak lazım: Depolama işini neden ihmal ettiniz? Neden yeteri kadar doğalgaz stoku yapmadınız buralara? En niteliksiz adamları getirdiler en nitelikli yerlere.
- Siz bir karakış öngörüsünde bulunmuştunuz, doğalgaz ve elektrikle bunu hissetmeye başladık. Bunları mı kastetmiştiniz?
Hayır. Onların tamamını görmek mümkündü zaten, onların tamamını görerek söyledim. Doğalgaz depolarına bakıyorsunuz yok. İran’dan doğalgaz her an kesilebilir. Bakıyorsunuz önlem var mı? Yok. Üstelik yeni de değil. Daha önce de var. Eğer tüketici enflasyon oranıyla üretici enflasyon oranı arasında, 30 ile 90 arasında 60 puanlık bir fark varsa bu fiyatlara yansıyacaktır. Hiçbir iş insanı zarar etmez. Elektrik, doğalgaz pahalandıysa, asgari ücret yükseldiyse maliyete yansıtacaktır. Diğer başka girdiler var, ithal girdiler. Dolar çok yükseldiği için Türk Lirası değer kaybettiği için ithal ettiği zaman bunu da maliyete yansıtacaktır. Ne olacaktır? Tüketicinin önüne gelen ürün pahalı olacaktır. Şimdi yağ kuyruklarını görüyoruz.
- 80 öncesine döndü…
Evet, üstelik kara kışta insanlar yağ almak için bekliyorlar. Ekmek kuyrukları yeniden başladı. 19-20 yıl iktidarı yönetenlerin bunu düşünmeleri lazım. Nerede hata yaptık? Bunu düşünmeleri lazım. Hadi muhalefetiz, bizi dinlemiyorlar. Bu ülkenin sağduyulu insanları; akademisyenleri, ekonomistleri, uygulamacıları, sanayicileri, esnafı, işçisi var. Bizi dinlemiyorsan onları bir dinle. Onları dahi dinlemiyorlar çünkü gerçeklerden hoşlanmıyorlar.
- Aslında sizi biraz dinliyorlar, 5 yıl sonra kadar, örneğin asgari ücret…
Çünkü biz geleceği görüyoruz ama bunlar göremiyorlar.
- İttifak görüşmelerinde bir sorun görüyor musunuz, deklarasyonu açıklamak için bir takvim öngörüyor musunuz?
Hayır, ittifak görüşmelerinde bir sorun yok çünkü güçlendirilmiş parlamenter sistemle ilgili yaptığımız çalışma sonuçlandı ve hepimiz demokrasiden yanayız. Güçlendirilmiş parlamenter sistemle ilgili, genel başkanlar kendi aralarında kurmaylarıyla görüşecekler. Sonra telefon trafiğiyle bir gün üzerinde anlaşılır ve o gün kamuoyuna açıklanır.
- En çok tartışılan konulardan biri Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı kim olacak. İttifakta bir kriz yaşanabilir mi?
Hayır. Liderlerle görüşüyoruz. Şu aşamada cumhurbaşkanlığını tartışmak kadar yanlış bir şey yok. Nedeni de şu; ülkenin bu kadar sorunu var, ekonomide, dış politikada sorun var. Çiftçinin, emeklinin... Mutfaklarda yangın var, biz bunları bırakmışız Millet İttifakı’nın adayı kim olacak o tartışma yapılıyor, gereksiz ve yersiz, gündemi saptırmaya yönelik bir tartışma. Bunu sanıyorum diğer liderler de benzer şekilde düşünüyorlar. Yeri, zamanı gelince hepimiz masaya oturur tartışırız.
- Zorunlu olmadıkça ‘Erdoğan’ı artık anmayacağım’ dediniz. Ancak partinizi sürekli hedef alıyor…
Ülkenin bu kadar derdi varken toplumu kısır bir tartışmanın, CHP’yi kısır bir tartışmanın tarafı olarak toplum belleğinde yer almasını sağlamak doğru değil. Biz çözüm üreten bir partiyiz. Bugüne kadar bizim ürettiğimiz çözümleri büyük ölçüde kopyalayan bir kişi var. Biz çözüm üretmeye devam edeceğiz. Kısır bir tartışmanın içine girip bunu büyütmek Erdoğan’ın istediği bir şey. Neden o tartışmaya girelim? Erdoğan’ı artık hepimiz biliyoruz. Eğer bilinmeyen bir alan varsa, kendi alanımızdaki bilinmeyenleri kamuoyuyla paylaşmalıyız. Varsa bir sorun nasıl çözeceğimizi anlatmalıyız ve toplum şunu görmeli, evet bu ülkede sorun var ve bu sorunları CHP rahatlıkla çözebilir. Bu algının büyütülmesi lazım. Kavganın değil çözümün tarafı olarak görünmek istiyoruz biz. Sorunları bilinçle, ahlakla, adaletle çözen, kimseyi dışlamayan, ötekileştirmeyen bir anlayışla... Hem iç hem dış politikada sorunları çözen bir parti algısını büyütmenin yolu kısır tartışmalardan çekilmektir.
- 5 kuruşluk davayı kazandınız, hukuka olan umudunuz arttı mı?
Her şeye rağmen adalet sistemi içinde hukukun üstünlüğü ve vicdani kanaatine göre adalet dağıtan hâkimler var. Onların yüzü suyu hürmetine Türkiye çok daha karanlık bir tabloyla karşılaşmıyor. Yine dirençli, yine ahlaklı, yine hukukun üstünlüğüne inanan ve kararlarını vicdani kanaatine göre veren geniş bir kitle var tabii.
- Son olarak, Türkiye iç sorunlarla boğuşuyor bir de dış gelişmeler var. Suriye konusunu kendisi çözemezken Rusya-Ukrayna arasında arabuluculuğa aday oluyor. Çelişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aday olmak ayrı, sorunu çözmek için aktör olmak ayrı. “Ben adayım” demekle olmaz. Aktör olacaksın. İki taraf da kabul edecek, Türkiye gelsin, bizim sorunumuzu çözsün. İki taraf da Türkiye’yi aktör olarak belirlerse bundan memnuniyet duyarım. Keşke öyle bir tablo çıksa ortaya. Ama öyle bir tablo olmadan kendisini o tablonun içindeymiş gibi göstermek de etik değil.