2 yıl 4 ay süren tutukluluğun anlamını yaşamayan bilemez. Gezi davasında ağırlaştırılmış müebbed hapis cezası istemiyle yargılanan Osman Kavala, diğer söyleyişle 840 gündür tutukluydu.
AİHM'in oybirliğiyle aldığı karar dahi tahliyeye yetmemişti. Beklenmeyen karar salı günü geldi. Kavala tüm sanıklarla birlikte beraat etti. Tahliye işlemleri ve kararın sürpriz etkisi sürerken, 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili soruşturma nedeniyle gözaltı kararı çıktı. Kavala yeniden tutuklanarak cezaevine gönderildi.
Bu adalet şokunun benzerleri, kendi davalarında Selahattin Demirtaş, Eren Erdem ve başka sanıklara da yaşatılmıştı (Demirtaş'ın hiçbir biçimde tahliye talebinde bulunmadığını, duruşmalarda bunu özellikle vurguladığını not düşmek gerekiyor.)
★★★
Vergilerimizle yapılmış devasa adliye saraylarında verilmiş gibi görünen bu kararların ortaya çıkardığı tabloya işkence demek yanlış olmayacaktır. İşkence çeşit çeşittir. Uzun gazetecilik dönemi boyunca ağır dayaktan elektrik vermeye, dışkı yedirmeye, askıdan cinsel tacize kadar işkencenin her türüne dair ifadeleri, dava evrakını okudum, muhabir olarak izlediğim davalarda tanıklık ettim. Bir insanlık suçu olan işkencenin bugün de sürdüğü, baroların, avukatların, kurumların beyan ve raporlarıyla sabittir. Dahası işkence suçu, suskunluklar kadar, bu suça mağdurların kimlikleri üzerinden meşruiyet kazandırma gayretkeşliği yüzünden daha ağır ve alçaltıcı bir hale dönüşmüştür.
2 yıl 4 ay tutukluluğun ardından beraat eden bir kişiyi aynı gün yeniden tutuklamak, işkencenin bir başka türüdür: Ruhsal, zamana yayılmış ve taammüden. Bu yanıyla bakıldığında adeta bir takım çantası gibi kullanışlı bir işlev yüklenmiş: Rövanşizm, susturma, kitle konsolidasyonu. Deneyimli hukukçular, bu tablonun yargı içindeki güç savaşına işaret ettiğini söylüyor. Aynı görüşte olmayanlar, gücün tek kişide olduğunu yineliyor.
“DÜŞMANCA ATMOSFER”
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Dunja Mijatovic'in 1-5 Temmuz 2019 Türkiye ziyaretinin ardından hazırlanan rapor Türkiye'deki yargı, hukuk, adalet ortamına ayna tutuyor. 41 sayfalık raporun “sonuçlar ve tavsiyeler” bölümünden küçük bir özet:
– Türkiye'de insan hakları savunucularının ve STK'lara karşı düşmanca hale gelen atmosferden ciddi endişe duyulmaktadır.
– İnsan hakları savunucularını hedef alan olumsuz siyasi söylemdeki tırmanıştan hükümet yanlısı medyadaki sık sık hakarete ve nefret söylemine varan karalama kampanyaları kaygı yaratmaktadır.
AVUKATLARIN YÜKÜ AĞIR
– Türkiye'deki insan hakları savunucularının yüz yüze kaldığı ceza soruşturmaları, yargılamalar, tutuklamalar, hükümler, münferit değil, sistematiktir.
– Türkiye'de avukatlar bu olumsuz gelişmelerin en ağır yükünü taşıyanlardır. Türkiye, müvekkil-avukat imtiyazındaki ciddi tahditler dahil, ceza muhakemesinde savunma hakkına OHAL sırasında getirilen sınırlamaları acilen geri almalıdır.
– AİHM'de teminat altına alınan adil yargılanma hakkının başlıca unsurunun baltalanması dahil, bu durumun arz ettiği tehlikenin büyüklüğünün ne kadar üstünde durulsa azdır.
★★★
Avrupa Konseyi, hak savunucuları ve avukatların karşı karşıya olduğu bu olağanüstü zor durumun Türkiye'de Hakimler ve Savcılar Kurulu olmak üzere bütün makamlarca ele alınıp düzeltilmesi gereğinin özellikle altını çiziyor.
Bakalım, gerçek hukuk adına nereden ne ses çıkacak.