CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun helâlleşme çağrısı elbette önemli ve bir o kadar da tarihidir ancak bunun ideolojik üst belirlenimleri, siyasal ve toplumsal dokuyu yeniden tanımlama çabasının altı doldurulmalıdır. Helâlleşme, yeni yüzyılın en büyük toplumsal barış projesi olabilir.
Cumhuriyetimizin ilk yüz yılını geride bırakıyoruz. Bu yüzyılın kurucu ideolojisi, devlet ve toplum inşasında ve bir ulus yaratımında ortaya koyduğu büyük devrimci, dönüştürücü karakterini zaman içinde farklı kurumsal, siyasal, entelektüel eksiklerden dolayı sürdüremedi ve büyük değişimlere uğradı.
Kemalizmi kurucu ideolojiden resmi ideolojiye dönüştürme çabası aynı zamanda onu halktan alıp devlete, bürokratik vesayete teslim etme çabasıydı ve bu çaba beraberinde çok ciddi bir yarılma yarattı.
Toplumsal ve siyasal alandaki uygulamalar, eşit yurttaşlığın bir türlü yaşama geçirilememesi gibi sorunlar etnik, mezhepsel ve inançsal sorunları farklı katmanlarda ortaya çıkardı ve içinden çıkılmaz bir merhaleye taşıdı.
Gazi’nin ölümünden sonra bürokratik niteliği sürekli artan Kemalizm, 1950’de Demokrat Parti’nin iktidarı ile yeni sınıf ve siyasal kompozisyonla sağ bir niteliğe kavuştu ve tek parti döneminde de damarı bulunan Kemalizm’in sağ yorumunun giderek belirginleşmesine alan açtı.
Öte yandan CHP içinde buna karşı oluşan entelektüel doku 27 Mayıs darbesiyle sol Kemalizmi kısa süre için de olsa gündeme almayı başarınca sağ siyaset yeni bir kurucu ideolojinin üretimi arayışına girdi. Sosyalist solun yükselişi ve Kemalizm’in anti-emperyalist tavrı sahiplenmesi, büyütmesi ve yeniden hegemonik bir niteliğe kavuşturarak dolaşıma sokması sağ kesimde ve devlet katında yeni arayışları gündeme getirdi.
NATO konsepti dahilindeki bir ülkede yeni bir tarihsel anlatıya, yeni bir kurucu akla ve yeni bir ideolojiye ihtiyaç zorunluydu. Solun önünün kesilmesi, emek hareketinin ayrıştırılması, sosyal demokratların devlet kadrolarından temizlenmesi ve baştan aşağı yeni bir kurucu ideolojinin yaratılmasını zorunlu kılmaktaydı.
1970’lerde Aydınlar Ocağı çerçevesinde inşa edilen ve Türk-İslam Sentezi olarak tanımlanan bu ideoloji 12 Eylül darbesiyle resmî ideoloji konseptine alındı, Kemalizm bu sentez içinde yorumlandı.
Toplumun, kurumların, emek hareketinin, solun bir bütün olarak bu ideoloji ekseninde yeniden üretildiği ama bunun da ötesinde sağ ve özellikle milliyetçi partilerin siyasal İslamcı çizgiye sürüklenmeleri ve dinsel yapıların örgütlenme alanlarının sınırsız bir biçimde açılması 80’lerden, 90’larda, 2000’lerden bugünlere yaşadığımız siyasal iktidar biçimini oluşturmuştur.
Ancak AK Parti’nin bu son dönemi ile birlikte Türk-İslam sentezine dayanak oluşturan siyasal İslam’ın çöküşü, FETÖ darbesiyle dinsel yapıların devlet katında oluşturduğu tehdit ve en önemlisi bu sentezin hegemonik karakterini yitirip krize girmesi bizi yeni bir tartışmayla, yaşamsal bir sorunla karşı karşıya bırakmıştır. Bundan sonra nasıl bir kurucu ideoloji olacak, bu ideolojiyi kimler üretecek ve dünyanın içinde bulunduğu değişim sürecini hangi parametrelerle karşılayacaktır?
AK Parti’nin son temsilcisi olduğu Türk-İslam sentezi ülkenin etnik ve inanç sorunlarını kronikleştirdiği gibi, bölüşüm ilişkileri ters yüz etmiş, ciddi bir yozlaşma, yoksulluk ve yasaklar cenderesinde bir ülke ortaya çıkarmıştır. Bu hâliyle ne mevcut iktidarın ne de onun ideolojik performansının yetmeyeceği açıktır. AK Partinin seçimi kazanması çok zor görünmekle birlikte, kazansa bile yönetmesi mevcut şartlarda olası değildir. Dolayısıyla burada yeni bir kurucu ideolojiye ihtiyaç bulunmaktadır.
Bugün Türkiye için mesele sadece seçimlerin kimin kazanacağı değildir; mesele toplumu, yurttaşları, bireyleri yeniden bir büyük hikâye etrafında toplayacak bir yeni ideolojinin üretimidir.
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun helâlleşme çağrısı önemli ve bir o kadar da tarihidir ancak bunun ideolojik üst belirlenimleri, siyasal ve toplumsal dokuyu yeniden tanımlama çabasının altı doldurulmalıdır. Helâlleşme yeni yüzyılın en büyük toplumsa barış projesi olabilir. Yine Kılıçdaroğlu’nun ifade ettiği “Cumhuriyetin Demokrasi ile Taçlandırılması” siyasal bir yeni şekilleniş niteliği taşımaktadır.
Ancak bu ikisinin yeni bir ideolojik formülasyonla tartışma, tanımlama, adlandırma ihtiyacı kendisini dayatmaktadır. İkinci yüzyılda yeni bir Kemalizm yorumunun mu, yeni bir sosyal demokrasi yorumunun mu ya da yeni bir demokratik sosyalizm yorumunun mu tartışılacağının ele alınması gerekmektedir. Burada mesele, devlet aygıtının ve devletin ideolojik araçlarının hangi ideoloji ile sevk ve idare edileceğidir.
Bugün bunalımda olan, içinde bulunduğu krizden çıkma ihtimali olmayan Türk-İslam sentezinin yarattığı boşluğun emekten, bölüşümden, eşitlikte, barıştan, yeni bir gelecek tahayyülünden yana bir kurucu bir akılla, fikirle, ideolojiyle doldurulması gerekmektedir. Böylesi bir üretim yapılmadığı zaman toplumu bir arada tutmakta, devleti dönüştürmekte (demokratik niteliğine kavuşturmak) mümkün olmayacaktır. Buradaki temel sorumluluk Cumhuriyeti kuran parti olan Cumhuriyet Halk Partisi’nindir.