Bugün egemen dünya sistemi üretimi olan ve İslam coğrafyasında Siyasal-Ilımlı İslam olarak iktidara taşınan, Türkiye’de ise muhafazakar ve milliyetçi bir bileşimle Türk-İslam sentezi olarak tanımlanan ve 1980 sonrası askeri darbesiyle devlet ideolojisine dönüştürülen paradigma bir kriz içindedir. Ancak bugün itibariyle bu kriz derinleşmiştir. Bugüne kadar sürmesinin nedeni ise alternatif sol-sosyal demokrat paradigmanın yeni ve kapsayıcı bir siyaset üretmemiş, kurumsallaştırmamış olmasıdır.
Son zamanlarda tartışılan yeni parti(ler) arayışı; AK Parti’de siyaset imkanı kalmamış, iktidar bloku tarafından siyaset alanın dışına itilmiş eski “yol arkadaşlarının” bir küskünler hareketi olarak görülebilir. Ancak ülke ve dünya siyasetinin içine girdiği girdap, siyasal İslam’ın derinleşen krizi ve AK Parti’nin uzun bir süredir kendini tekrar eden ve siyasetsizlik olarak tanımlayabileceğimiz tavrı bu arayışların daha kapsamlı bir biçimde analiz edilmesini gerekli kılmaktadır.
Bugün iktidar blokunun AK Parti ve MHP’nin “beka” söylemine sarılması, kendileri dışında herkesi terör örgütleriyle ilişkilendirmeleri ve sürekli bir biçimde topluma korku pompalamaları ama öte yandan kontrol edemedikleri ekonomik kriz, yoksulluk, işsizlik, toplumsal çözülme; bugüne kadar görülmemiş bir hoşnutsuzluğu, mutsuzluğu ve karamsarlığı halkın gündemine getirmiştir. Böylesi süreçlerde korkudan çok umut veren, bekadan çok sefayı sunan, terörden çok barışı vadeden siyasetler büyürler, iktidar olurlar. Daha önceki seçimleri de “beka” meselesi olarak halka kabul ettirmeye çalışan iktidar blokunun yeni aynı söylemle halkın karşısına çıkması, kitlelerde derin bir itirazı örgütlemektedir. Bunun sonuçlarını hep birlikte 31 Mart’ta göreceğiz. Ancak seçim sonuçlarından da ayrı olarak yeni parti arayışları durmayacaktır. Zira yaşanan siyasal krizin bir seçimlik olmadığını bilmek ve görmek gerekmektedir.
Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan ve AK Parti’de siyaset yapmış kadroların arayışı aslında AK Parti’nin toplum, egemen dünya sistemi nazarında eski itibarını koruyamamasının bir sonucudur. Bu alanda çok önemli tartışmalar ve örgütlenmeler ortaya çıkacaktır. Ancak bu kadroların kuracağı parti ya da partilerin siyasal İslam’ın krizine çare bulmaları mümkün olmayacaktır. Bu aktörler arasında “pazarlanabilecek” tek kişi Ali Babacan’dır. Şu nedenle, ekonomik kriz derinleştikçe Türkiye İMF ve uluslararası finans çevrelerine yakınlaşacaktır. Bu noktada Ali Babacan kredibilitesi olan bir siyasal aktör olarak pazarlanabilir ama bu da çözüm olmayacaktır.
Türkiye; sağın, milliyetçiliğin ve muhafazakarlığın hüküm sürdüğü iktidar süreçlerinde bütün varlıklarını yitirmiş, kendi kendine yeten bir ülke olmaktan çıkmış ve her alanda bağımlı bir ülkeye dönüşmüştür. Hem ülkenin ekonomisi hem de bireylerin ekonomisi ancak ve ancak borçla döndürülebilmektedir. Ancak artık borçların çevirilemediği bir noktadayız. Ne borçlar ne de siyasal İslamcı siyaset çevrilememektedir. İşte bu yalın ve can yakıcı gerçeklikten hareketle solun, sosyal demokratların yeni bir paradigmayla toplumun karşısına çıkması gerekmektedir. Parlamenter sistem ya da güçler ayrılığı gibi üst yapısal düzenlemeler bugün için çok anlam taşımamaktadır. Yeni bir ekonomi-politik düzleme geçmek gerekmektedir. Bütün sektörlerde yeniden yapılanmanın sağlandığı, her alanda güçlü bir üretimin modelinin yürürlüğe konduğu, adil bir bölüşüm düzeninin sağlandığı, demokrasi ve insan haklarının en geniş, en özgürlükçü biçimde hayata geçirildiği, kimlik ve kültürel sorunların ülkenin barışı, adaleti, demokrasisi, özgürlüğü ve eşitliği ölçeğinde giderildiği bir yeni düzen inşa edilmelidir. Yoksulluk ve işsizlikte böyle çözülür, Kürt sorunu ve inanç sorunları da böyle çözülür ve Türkiye her alanda geniş bir hareket alanına kavuşur. Ülkenin temel sorunlarıyla hareket alanı kısıtlanan ülke ve siyasetin bu sorunlara cesur çözümler üretmedikçe kendisine alan açması mümkün değildir. O nedenle Siyasal İslam’ın krizini AK Parti krizi gibi algılayanlar hata yaparlar. Bir paradigma çökmüştür ve adı geçen AK Parti muhaliflerinin yeni bir paradigma üretmeleri mümkün görünmemektedir. Oluşan krizi, boşluğu, siyasetsizliği sol doldurabilir. Solun da bunun ne kadar farkında olduğu ayrı bir yazının konusudur.