Biliyorum, şaşırmak insan aklının bir yaz gecesi “su” diyerek uyanmasıdır. Sıradana mahkûm insanın irkilmesidir. Uzakta olanın sebep bulup bir anda akla gelmesidir.
Akşamdan avukatıma haber verdim. Sabah gözaltına alınacağımı, ardından tutuklanacağımı söyledim. Kapı çaldı, açtım. “Bekleyin, giyinip geliyorum” dedim. Kuşkusuz beni şaşırtan, İstanbul Emniyeti’nde girdiğim hücrede altı çizilerek okunup bırakılmış Fahrenheit 451 ile karşılaşmak oldu. Okumayı zor eden bir karanlıktı. Bitirmeye çalıştım. Zorbalığın, sansürün, kitap yakılan bir dünyanın değerlerini ne güzel anlatıyordu.
Hani “bu anı sanki yaşamıştım” deriz ya... İşte onlardan biri buydu. Dünyaya aklınızla bakıyorsanız saatin zembereğinin kurulduğunu görürsünüz. Artık zilin çalacağı anı beklemek kalmıştır. Bu da öyle bir zamandı.
FETÖ’NÜN MİRASINI TAŞIYANLAR
9 yıl önce Fethullahçıların bizi hapse atmak istediğini biliyorduk. Bugün de iktidar içinde yargıyı etkileyebilecek gücü olan çeteler aynı şeyi istiyordu. 9 yıl önce ilk olarak harekete geçen Fethullahçıların elindeki gazeteler, televizyonlardı. Bugün ise iktidar içindeki çetelerin medyası, sosyal medyadaki beslemeleri aynı işi yapıyordu. Artık sadece, FETÖ’nün bıraktığı mirası, adını değiştirerek bir madalya gibi taşıyan yeni yargı mensuplarının harekete geçmesi kalmıştı. İşte bahsettikleri haber, kurulan tezgâhın bahanesiydi sadece.
Nasıl olabilir? Kendi memleketinden uzakta şehit olan bir MİT mensubunun cenazesi devletin gizli bilgisi sayılabilir? Günlerdir Türkiye’nin konuştuğu, Cumhurbaşkanı’nın kürsüden ilan ettiği, Meclis’te bir vekilin adını soyadını açıkladığı, köy muhtarının bile sosyal medya hesabında şehidin fotoğrafıyla paylaştığı bir bilgi mahrem ilan edilir?
MİT Başkanı’nın oğlunu evlendirmesi haber olurken, düğünün fotoğrafları, katılanlar paylaşırken, nasıl olur da şehit olan personelin cenazesi yasak kabul edilir? Görev başındaki MİT mensuplarının güvenliği için çıkarılmış bir kanunun, artık vatan toprağının altında olan bir istihbaratçı ile ne ilgisi var?
Niyet, suçu bulmak değil, yaratmaksa bu soruların bir anlamı yok. Sizi hapsetmek için sebep aranıyorsa kanun kitabı uzatılıp genişletilebilir. Sizi susturmak, kaleminizi kırmak için mahkemeler bahane kılınabilir.
HAPİSHANE DE BİR SEÇİMDİR
Ben mi?
Dışarıdayken bana hapishaneyi en çok hatırlatan şey, plastik su şişesinin kıvrılma sesiydi. Orada bir çöp tenekesine düşünmeden atarsınız. Burada ise çok şey yaparsınız. İçine çoraplarınızı, çamaşırlarınızı, su ve deterjanla atar da sallarsanız çamaşır makinesi olur. Bir sopanın ucuna asar da kaldırırsanız spor aleti. Duvar diplerine dizerseniz çıtırtının gürültüye dönmesini önler. Güneşin altında bekletirseniz ılık banyo yardımcısıdır. Onunla delikler kapatılır, yangına karşı hazırlık yapılır. Bir plastik şişe her şeye yeniden başlamanın aracıdır.
Hapishane de bir seçimdir. İnsanın tercihlerinin sonucudur. İstanbul’da deniz kenarında bir yalıda toplanmış Fethullah artıklarının arasında olmaktansa, hapishanede yalnız kalmak ahlaki tercihtir. Mahkemede, kurulmuş bir düzenin cüppeli zabiti olmaktansa ayakta savunma yapan bir savaşçı olmak hukuki bir tercihtir. Çakallarla tezgâh kurmaktansa karıncalarla yaşamak insani bir tercihtir. Tüm devrimler bu tercihleri yapanların eylemlerinin ürünüdür.
Yalnızlık mı? Betona bakıp beton, demire bakıp demir olmuyorsanız, yalnızlık dünyayı değiştirmenin başlangıcıdır, başlangıcıdır sadece.