Bu yazıyı okuduktan iki gün sonra

Haber Tarihi: 07.09.2020

Üç kişi saldırsalar güçlerinin yetmeyeceğini biliyorlar. Yumruk yumruğa, göğüs göğüse isteseler de olmuyor. Beceremezlerse, hızlı da koşamıyorlar. Erketeci, topuk seslerini duyduğunda ıslık çalıyor. Mahallenin delikanlısı köşeyi döndüğü an vuruyorlar. Kurulan tezgâh, kalleş saldırıyla tamamlanıyor.

Bir kelime bazen ne kadar açıklayıcı oluyor. Yıllar önce “kumpas”ı bulduk. Eskiydi ama derdimizi anlatıyordu. Bugün “tezgâh” diyoruz. Sanığını önceden bulan davaları, savcıların yasaları şiş gibi kullanmasını anlatıyor.

Cinayeti kör bir kayıkçı da görüyor, kulaklarımız da…

Hiçbir şey yargısı

Siz bu satırları okuduktan iki gün sonra, biz nefes alması güç bir mahkeme salonunda olacağız. Zaman ayarlı hikâyede, rolünü kabul etmeyenleri oynayacağız.

Bir MİT mensubu genç yaşında, kendi vatanından uzakta, bir gemi saldırısında öldü. Asker gibi, polis gibi ona da “şehit” diyorduk. Aynı mezarlığa gömüyor, aynı sözlerle anıyorduk. Anısını yüreğimizin aynı yerinde saklıyorduk.

Kendi topraklarımızda ölenlerden bile birkaç saniyelik alt yazıyla haberdar oluyorduk ya... Uzakta, hele de istihbaratçı olunca nasıl öğrenecektik?

Neyse ki Cumhurbaşkanı söyledi. “MİT Libya’da görevini yapıyor” demişti. Ardından “Birkaç tane şehidimiz var” diye tamamladı. Bilmeyenler de bilmiş oldu.

Uzay çağında bir ayağımız. Bilgi sesten hızlı yayılıyor.

Kamu düzenini temsil eden en sınırlı otoritenin sahibi ortaya çıktı. Şehidin köyünün muhtarı, 19 Şubat’ta, şehidin adını, soyadını, defin yerini, fotoğrafını paylaştı. Bütün halkı cenazeye davet etti.

Peki, yargı ne yaptı? Hiçbir şey.

Önce onlar, sonra yüzler ve binler…

İnsanlar, kimi başsağlığı dileyerek, kimi içinden geleni söyleyerek aynı bilgiyi paylaştı.

Peki, yargı ne yaptı? Hiçbir şey.

Gazeteler, internet siteleri haber yaptı.

Peki, yargı ne yaptı? Hiçbir şey.

Bir haftada sağır sultanın duyduğu olaydan sonra, 25 Şubat’ta, milletvekili Ümit Özdağ, Meclis’te basın açıklaması yaptı. Libya’da gemiye yapılan saldırının ayrıntılarını açıkladı. O da yayımlandı.

Peki, yargı ne yaptı? Hiçbir şey.

Türkiye’yi geçtim Afrika basınında bile her şey yazıldı. Dünya bu olayı konuştu.

Peki yargı ne yaptı? Hiçbir şey.

“Ne yapacaktı” demeyin! Büyük operasyonlardan söz etmiyoruz. Çocuk istismarı haberlerine, yolsuzluk açıklamalarına, hükümet eleştirilerine jet hızıyla erişim engeli getirenler, böyle basit bir karar dahi almamıştı.

Her gece uyudular o gece hariç

Derken 3 Mart akşamı bir şey oldu. OdaTV’de şehidin cenaze töreni haberleştirildi. Haberde şehidin herkesin bildiği soyadı bile saklanmıştı.

İşte o sırada sanki bir ıslık sesi duyuldu. Mahallenin delikanlısı köşeyi dönmüştü. Sotada bekleyenler harekete geçmişti. Aylardır “fırsat olsun onları alacağız” diyenler, iki hafta sessiz kaldıkları hadise sayesinde aradıkları bahaneyi bulmuştu!

İnternette örgütlü troller harekete geçirildi. İstanbul’da yargıyı yönetenler, evrak bile hazırlamadan, telefonlarla talimatlar yağdırdı. O gece uyumadılar. MİT suç duyurusu yapacaktı. Onu bile bekleyemediler. Yataklarından acilen kaldırılan polisler, 4 Mart sabaha karşı beni gözaltına aldı. 

Yasaları şiş gibi kullanan mekanizmanın düğmesine basılmıştı. Yazan binlerce el, duyan on binlerce kulak, gören milyonlarca göz içinden 8 kişiyi sanık yaptılar. 6’sını tutukladılar. Kimi neden seçtiklerini biz biliyorduk da onlar anlatma gereği bile duymuyordu.

Meclis’te konuşma özgürlüğünü kullanan milletvekili hakkında fezleke hazırlamaya bile o gün karar verdiler.

Herkesin bildiği ‘sır’

Günlerdir uyuyup bir tuşla uyanan savcılar, “neden” diye soranlara “çok gizli”, “devlet sırrı” diyordu.

Ortadaki tablo ise hava durumundan bile daha açıktı.

Gizli cenazenin herhalde MİT’le ilgisinin olduğu anlaşılmasın diye “Teşkilat Başkanı” pankartıyla kocaman çelenk gönderilmişti! “Gizli çekim” dedikleri fotoğraflar, herkesin karşısında poz verdiği koca fotoğraf makinesiyle çekilmişti! “Saklı” saydıkları cenazeye belediye başkanından milletvekiline, koca ilçe katılmıştı! “Devlet sırrı” dedikleri bilgiyi herkes aynı zamanda köy kahvesi işleten muhtardan öğrenmişti! “Kimsenin bilmediği bilgi” diye yazılan, 100 yaşındaki Millet Meclisi’nde kameralar önünde açıklanmıştı!

Devlet sırlarını paspas edenlerin, gizli belgeleri iddianamelere yerleştirenlerin, kozmik odaları ne istedilerse verenlere açanların “sır davası” ancak bu kadar oluyordu!

Çarşamba günü göreceğiz

Gerçek olmak için fazla saçma, saçma olmak için fazla gerçek olan bu hikâyede hâlâ hapiste 3 gazeteci var. Barış Pehlivan, Murat Ağırel, Hülya Kılınç… 9 Eylül’de bileklerine takılan çift kelepçeyle o salona getirilecekler. FETÖ borsalarıyla, arka kapısından zenginlerin çıktığı sorgularıyla,  cemaatlerin “bizdendir” diyerek kurtardıklarıyla, bir “hatırlı” telefonla bırakılanlarla meşhur binada hep birlikte adaleti arayacağız.


Orada olursunuz ya da olmazsınız. Ancak emin olun, yazmasalar haberiniz olmaz.


Attilâ İlhan gibi söylersek, “Demirlemiş, eli kolu bağlı bir vapuru vuranları” hâlâ bilmiyoruz. “Üzerimize yüklenen işin” ise farkındayız. Kimse görmese görüyoruz.








BARIŞ TERKOĞLU İsimli Yazarın Diğer Yazıları