“Bir varmış bir yokmuş” diye başlıyoruz. Ardından duymak istediklerimizi ağzımızdan çıkarıyoruz. Masal, ejderhaları ya da perileri öğretmiyor. Bizim “iyi” bildiğimizin kazanacağı inancını büyütüyor. Anlatılanın gerçek olmadığı ise önemsiz bir ayrıntı oluyor.
“Dolar arttı” diyoruz. Üç günde doların 6 lira 90 kuruştan 7 lira 35 kuruşa dayanmasını böyle anlatıyoruz. Oysa ABD’nin ekonomik savaş ilan ettiği Çin’in, soğuk savaşta olduğu Rusya’nın, hatta ekonomik ambargo altındaki İran’ın parası da Türk Lirası karşısında zirve yaptı. Haliyle doğru ifade “Türk Lirası değer kaybetmeye devam ediyor” olacak. Yediğimiz domatesten arabaya koyduğumuz benzine kadar her şeyin fiyatının artacağını, daha da yoksullaşacağımızı gösteriyor.
Türk ekonomisinin kötü yönetildiği, bunun bedelini de halkın ödediği gerçeğinin üstünü örtmeye çalışanlar ise masal anlatmayı sürdürüyor. Perdeyi kaldırmak için ise gerçeğin ucundan tutmak gerekiyor.
Taşı toprağı borçlu İstanbul
Gazetemizin emektar muhabiri Hazal Ocak’ın “İhanet” kitabını okuyorum. Adını Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İstanbul’a ihanet ettik, bundan ben de sorumluyum” sözünden almış. İstanbul’un taşıyla toprağıyla yağmalanarak nasıl tüketildiğini anlatıyor.
Yerel seçimler 2019 yılının mart ayında yapıldı. İstanbul’da “bu sayılmaz” denilince haziranda bir kez daha yapıldı. Peki, 25 yıl boyunca İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni (İBB) yöneten yapı, kasayı nasıl teslim etti?
Hazal Ocak’ın kitabından okuyoruz. Belediye 2018 yılını o günün parasıyla 22 milyar lira borçla kapattı. Her yıl bütçede verilen açık, 2018 yılına gelindiğinde 3 milyar 700 milyon liraya ulaşmıştı. Zira o yıl belediyenin geliri 18 milyar 400 milyon, gideri 22 milyar 100 milyon liraydı.
“22 milyar liralık borç, 25 yılda yavaş yavaş birikmiştir” demeyin…
Çünkü 2014 yılında 6 milyardı. Sadece 4 senede neredeyse 4 katına fırladı. Üstelik, Ekrem İmamoğlu belediyenin başına geçtiği güne kadar, yani 2019 yılının ilk 6 ayında 22 milyardan 27 milyar liraya çıktı. Kısacası “artık bizden kimse hesap soramaz” diyenler yemelere doyamadı.
Hani “faiz” diye nutuklar atıyorlar ya…
Elbette borcun olduğu yerde faiz de oluyor. 2019 yılında belediye, İstanbullunun parasının 1 milyar liradan fazlasını faize ödemek zorunda kaldı.
Borç kimi zengin ediyor?
Tabii mesele tahmin ettiğiniz gibi. Devletin malı deniz olunca, yiyen de tabii ki tanıdık müteahhitler ya da yandaş vakıflar oluyor.
İhanet kitabından rakam verelim...
2016’da belediyenin müteahhitlere borcu 1 milyar 892 milyon iken, 2018 yılı sonunda 4 milyar 338 milyon lira oldu. 2019 yılına gelindiğinde belediyeden alacaklı firmaların 500’den fazla olduğu görülüyordu.
Bir tüccar yapsa kara listeye girer, 2018 yılı sonunda belediyenin kasasında 102 milyon lira varken, piyasaya verdiği çeklerin ve ödeme emirlerinin toplamı 508 milyon liraydı.
Dolardan bile zarar
İstanbul, bir şehirden fazla, neredeyse bir ülke. Düşünün İstanbul’un ekonomisi 130 ülkeden büyük. Peki, onu yönetenlerin kafası bu vizyonda mıydı?
Şöyle anlatalım…
2017 yılında, yani sadece 3 yıl önce, dolar bir anda 3 lirayı aşmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan yine “dolar bozdurma kampanyası” başlatmıştı. İBB de bu kampanyaya katıldı. Kasasındaki 41 milyon doları bozdurdu. Ama şöyle bir sorun vardı. İBB’nin borcunun 6 milyar 400 milyon lirası o an itibarıyla döviz üzerinden dış borçtu. Bu kez yeniden dolar almaya başlayan İBB, aradaki kur farkı nedeniyle 18 milyon lira zarar etti.
Arabalarla kurulan saltanat
Kamu kaynaklarını har vurup harman savurma o halde ki...
Hazal Ocak’ın kitabından öğreniyoruz, 2019 yılına gelindiğinde belediyede çalışan sayısı 13 bin 655 kişi. Kiralanan araba sayısı ise 1717. Yani her 8 çalışana bir araba düşüyor. Belediyede 8 genel sekreter ve yardımcısı, 28 daire başkanı, 100 müdür, 29 müdür yardımcısı ve 478 şef bulunuyor. Toplandığında 643 “yönetici” sıfatlı insan ediyor. Bütün yöneticilere birer kiralık araç dahi verilse geriye binin üzerinde araba kalıyor.
Belediye, hem bol bol araç kiralama ile yandaş sermayeyi zengin etti. Öte yandan fazla arabaları protokol imzaladığı yandaş vakıflara, projelere göndererek milletin malını onlar için kullandı. Seçim sonrasında Yenikapı’da sergilenen araçlarla başlayan tartışma, kamu kaynaklarının nasıl heba edildiğinin resmiydi.
Üstelik...
31 Mart seçimlerinden tekrarının yapıldığı 24 Haziran’a kadar el çabukluğuyla 517 araç iade edilmişti. Sergilenen 730 araç eklendiğinde fazladan yıllık kira gideri 35 milyon 750 bin lira, yakıt gideri ise 13 milyon 750 bin liraydı.
Hazal Ocak, kitabında iki seçim arası apar topar elden çıkarılan araçların peşine de düşmüş:
“Tam 104 tanesi lüks kategorisindeydi. 31 tane Opel Insignia, 15 tane Skoda SüperB, 37 tane Volkswagen Passat ve 18 tane de Caravelle, listede sıralanıyordu. Arabaların modelleri 2015 ile 2018 yılı arasında değişiyordu. Listede lüks araçların dışında 175 tane Renault Clio Sport, 57 tane de Renault Megane vardı.”
Üretmeden yağmalanan ekonomi
Düşünün, belediye kaldırımları parsellemiş, araçları kiralayan İSPARK diye bir şirket kurmuş. Nasıl olmuş ise bu da zarar etmiş. Yani sokaklara araçlar bedavaya park etse kamu bütçesi daha rahatlayacak. Bu kadar akıldışına çıkmış bir sistemden söz ediyoruz. Hazal Ocak’ın İhanet kitabından İSPARK’ın arpalığa dönüşmesinin hikâyelerini okuyoruz. Her gün tıklım tıkış bindiğimiz metrobüslerin alımında bile iflas etmiş bir şirkete milyonlarca Avro kazandırıldığını okuyup öfkeleniyoruz.
Söylemek istediğim açık...
Türk ekonomisi masalları bir yana, 25 yıl aynı zihniyetin yönettiği İstanbul’un ekonomisinin nasıl batırıldığını hiç anlatmıyoruz. Oysa İstanbul’un hikâyesi, Türkiye’nin hikâyesi. Dürüst olsak, devlet mallarını sattık, kamu mülkiyetini yandaşlarımıza yağmalattık, millete ait varlığı kendimiz için kullandık, üretime dayanmayan bir ekonomiyle sürekli tükettik diyeceğiz. Ama “ah şu dış güçler” ya da “bize operasyon yapıyorlar” diye anlatmak işimize geliyor.
Dikkat edin, Külkedisi’ni uçuran sihirli ayakkabıyı çalan dış güçler masalını ya da Pamuk Prenses’i zehirleyen kötü kalpli lobiler masalını dinlerken uyumayın. Çünkü uyursanız, daha da yoksullaşırsınız.