Tek adam rejimini bu kadar korkutan ne?

Haber Tarihi: 06.04.2025

Halkın, kendisiyle ilgili her konuda söz ve karar sahibi olma girişimi, en çok tek adam rejimleri için ürkütücüdür. Çünkü böyle bir girişim, esas olarak tek adam rejiminin varlığına itirazdır.

Darbe girişimi sonrası ortaya çıkan halk muhalefeti, iktidarın dilinden düşmüyor. Önce küçümsedikleri büyük itirazdan, şimdilerde suç üretme çabasına girdiler.

Hatta Devlet Bahçeli, hızını alamayıp hasta yatağından tehdide varan sözler etti. Bahçeli, “Şayet sokağa davet edilenlerin karşısına 15 Temmuz’da olduğu gibi başkaları dikilirse, kaçınılmaz çatışma nasıl önlenecek, olayların önüne nasıl geçilecektir?” diyerek herkese hiza vermeye çalıştı. Hatırlayacağınız gibi Erdoğan da son 10 gününü, en az Ekrem İmamoğlu’ndan bahsettiği kadar, sokakla uğraşarak geçirdi. Bu çıkışların tamamı, 19 Mart öncesi Türkiye için geçerli olabilir. Çünkü orada, iktidarın yeni yeni farkına vardığı bir milat yaşandı. Bu miladı, SOL Parti Sözcüsü Önder İşleyen’in BirGün’de yaptığı değerlendirmedeki ifadesiyle "halk siyasete el koydu" diye özetlemek mümkün. Bir başka deyişle, halk gücünün farkına vardı. Öyle bir duygu yarattı ki başta CHP lideri Özgür Özel olmak üzere, herkese ve her kesime birkaç adım birden attırdı.

SİYASET TOPLUMSALLAŞIYOR

Türkiye’de siyaset, çok uzun süredir profesyonel bir iş gibi sunuldu. Partilerden ve parti yöneticilerinden menkul, son yıllarda Saray ve Meclis arasına sıkışmış bir çeşit orta oyunu hâline geldi. Halk adına konuşup, halk adına karar almayı bu profesyonel topluluk çok sevdi. Buna sadece iktidarı değil, muhalefet partilerini de katmak lâzım. Çok uzun dönemdir sandık ve Meclis, siyasetin tek olanağı olarak sunuldu. Sosyalistler bile vekil olma telaşına kapıldı.

Yaşanan 10 gün, esas olarak bu yanılsamayı ortadan kaldırdı. Sandığın ve vekilliğin anlamlı olması için bile toplumun bir bütün olarak siyasetin tüm aşamalarında etkin olması gerekiyor. Ortaya çıkan ve herkesi mutlu eden gerçek bu. Bu durumu anlamak için İmamoğlu ile ilgili CHP’nin yaptığı ön seçime bakmak yeterli. Ön seçim bir eylem olarak kurgulanmaya ve anlatılmaya başlandığında, etki gücü başka bir noktaya sıçradı.

Çok açık ki toplumun içine doğru nüfuz etmeye başlayan "irade olma" isteği, farklı biçimler alarak devam edecek gibi görünüyor. Son boykot etkinlikleri bile bu bağlamda değerlendirilebilir. Bir organizasyon firmasının sahibine dair başlatılan kampanya, dünyaca ünlü sanatçı Ane Brun’a İstanbul konserini iptal ettirme gücüne ulaştı. Yine aynı şekilde bir kahve firmasına zor anlar yaşattı. Bu durumun etkisini fark eden AKP’lilerin kahveci fotoğrafları, daha şimdiden unutulmazlar arasına girdi. Bu ve benzeri taleplerin etkili kampanyalara dönüşmesi, iktidarın kâbusu olmaya başladı bile.

DEMOKRASİLERDE NE OLMAZ?

Halkın, kendisiyle ilgili her konuda söz ve karar sahibi olma girişimi, en çok tek adam rejimleri için ürkütücüdür. Çünkü böyle bir girişim, esas olarak tek adam rejiminin varlığına itirazdır. O yüzden meydanlarda öne çıkan “İrademize sahip çıkıyoruz” ya da gençlerin “Ülkeye de geleceğimize de sahip çıkıyoruz” tutumu Saray’ı endişelendirdi. Alışık olmadıkları bir muhalefet biçimi ve diliyle karşılaştılar. O yüzden paniklediler. Onların bu paniği, tüm Türkiye’ye suçüstü yakalanmanın telaşından başka bir şey değil.

MHP lideri Bahçeli, bayram gününe yakışmayan tehdit kokan açıklamasının bir yerinde “Hatırlatmak isterim! Tek adam olan yerde seçim olmaz.” diye söz sarf etmiş. Bahçeli de "Sandık varsa demokrasi var" diyenlerden. Kuşkusuz Bahçeli bu işin bu kadar basit olmadığını bilmeyecek kadar cahil değil. O da biliyor ki dünya, göstermelik sandıkların kurulduğu ülkelerle dolu. Ama bu sözlerle niyet çok başka. Çünkü Bahçeli ve Erdoğan bu süreçte bir şeyin farkına vardı.

İBB operasyonu, CHP’ye kayyum girişimi derken halk, sıkıntının asıl kaynağını anladı. Protestolara katılanlar, tüm yaşananların kaynağının tek adam rejimi ve onun uygulayıcıları olduğu kanaatine vardı. O yüzden de kısa sürede protestolar, AKP iktidarına, onun başkanına ve cumhurbaşkanı olan Erdoğan’a döndü.

İşte sıkıntı tam da burada başladı. Protestolar sadece İBB’ye kayyum atanması olsaydı, “Atanmadı, bitti” denir, vazgeçilebilirdi. Protestolar CHP’ye el koyma girişimine karşı olsaydı, “Püskürtüldü” denilir, yürüyüp gidilirdi. İBB operasyonları ve İmamoğlu’nun tutuklanması olsaydı, bir hafta sürerdi.

Tek adam rejimi, protestonun bu başlıklarla sınırlı olacağını düşündü. Bunun için de çok pervasız hareket etti. Halkın müdahalesiyle bunun bir ötesine geçilebileceğini düşünemedi. Geçilse bile CHP yönetiminin cesaretle buna eşlik edeceğini hesaba katmadı.

Demokrasilerde sandık da olur, seçim de.

Demokrasilerde bir adamın karar vericiliği olmaz.

Demokrasilerde, yetkiyi ve sorumluluğu yasalardan almayanların iktidar ortaklığı olamaz.

Demokrasilerde, yargıya talimat verilmez.

Anlaşılan o ki 19 Mart darbe girişimi, şimdilik iki net fotoğraf ortaya çıkardı:

Birincisi, iktidar son derece kırılgan ve zayıf. Halka dayanmayan yargı ve güvenlik bürokrasisiyle ayakta kalmaya çalışıyor.

İkincisi ise Türkiye’de halk, sanıldığından çok daha güçlü ve tepki verme yeteneğine sahip. Eksiği örgütlenmek ki bu da doğru müdahalelerle süreç içinde çözülecek bir mesele.

***

SÖZ, KARAR HALKA

“Eğer siyasete müdahale etmezseniz, siyaset öyle ya da böyle hayatınıza müdahale edecektir.” Bu söz Lenin’e atfedilse de anonim olma ihtimali daha yüksek. Kimin söylediğinden bağımsız olarak halkın, yönetimde söz ve karar talebinin ifadesi olarak dünya sokaklarını süslüyor.








YAŞAR AYDIN İsimli Yazarın Diğer Yazıları