Birlikte yürümenin sihri

Haber Tarihi: 06.04.2025


Aynı görüşten insanlarla birlikte yürümek sihirlidir. Kişi, kolektif arzuların yarattığı selin içinde her şeyi başarabileceğine inanır. Öfkesinin korkusunu yok ettiğini görür ve buna hayret eder. O kitlenin içindeki her birey kendi gözünde bir kahramana dönüşür. Onun için meydanlarda toplanan insanları gazlayarak, copla döverek yıldırmak zordur. Ancak hiçbir kitle hareketi sonsuz değildir.

Seçimle iş başına gelmiş İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik operasyon başladığında İstanbul Emniyeti’nin aldığı ilk tedbir Taksim’deki metro istasyonunun kapatılması oldu.

Zaten ne zaman İstanbul’da bir kitlesel etkinlik düzenlenecek olsa önce Taksim’deki istasyon kapatılıyor.

Taksim’deki istasyon kapatılıyor demek aslına bakarsanız yeterli değil.

“Taksim kapatılıyor” demek daha doğru.

Bunun için metalden yapılmış portatif barikatlar meydanın ve meydana bağlanan caddelere açılan sokakların bir köşesinde hazır tutuluyor. Gerektiğinde barikatlar yan yana getiriliyor, plastik kelepçe ile birbirine bağlanıp “Taksim geçilmez” oyunu sahneleniyor.

Diyelim ki Gezi Pastanesi’nde bir arkadaşınızla buluştunuz ve Udonya’ya sushi yemeye gideceksiniz.

Birincisi Atatürk Kültür Merkezi’nin (AKM) komşusu. Diğeri Topçu Caddesi’nin köşesindeki Point Otel’in altında.

İkisi arasındaki mesafe meydanı çaprazlamasına yürüyerek 485 metre. Uydurmuyorum, gerçekten bu kadar.

Polis “meydanı kapattıysa”, bu mesafeyi katedebilmek için AKM’den Hyatt’a kadar yürümelisiniz. O köşeden sola dönüp Divan’a yürüyecek, karşı kaldırıma geçecek ve polis bariyerlerini takip ederek Topçu Caddesi’ne ulaşacaksınız. Aşağı yukarı 2 kilometre, ölçmedim kesin rakam veremiyorum.

Meydanın yine böyle kapatıldığı bir günde Marmara Oteli’nin önünden T24’ün Lamartine Caddesi’nin köşesindeki ofisine yürüyebilmek için Valilik Basın Bürosu’nun torpilinden bile yararlandım; ne yapayım, yağmur yağıyordu mecburdum.

Ankara’da da Kızılay Meydanı aynı durumda.

Gerçi artık o tarihi Kızılay binası olmadığı için meydanın adı neden hâlâ Kızılay Meydanı bilemiyorum ama konser soruşturması açıldığında ilk iş Kızılay Meydanı’nı kapattılar.

Yani bu iki meydan belli ki çok önemli.

Yüz binlerce insanın Saraçhane Meydanı’nda toplanması kabul görebiliyor ama mesela 2 bin kişi Taksim Meydanı’na çıkarsa Allah muhafaza, kutsal hükümetimizin başına kim bilir neler gelir diye korkuluyor.

Her şehrin böyle sembolik meydanları var.

Mesela Çin’deki Tiananmen Meydanı böyle bir meydan. Elinde filesiyle bir tank birliğinin önünde dikilip yol vermeyen tek bir kişinin görüntüsü!

Onun için otokrasilerde böyle sembolik meydanlarda toplanmaya o ülkelerin rejimleri en sert tepkiyi gösteriyorlar.

Tersi de doğru tabii.

Bazı meydanlar da var ki o meydanlarda toplanmak, siyasetin doğası gereği.

Altına imza atmakla kalmayıp bir üst hukuk normu haline de getirdiğimiz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, “barışçı toplanma hakkından” söz ediyor.

Yani toplanıp sağa sola zarar vermeyeceksiniz, söyleyeceğinizi söyleyip kimseye zarar vermeden dağılacaksınız.

Ancak demokratik kurumların tam gelişmediği her yerde iktidarlar buna şüphe ile yaklaşır.

1789’dan beri aynı endişe

İnsanların bir araya gelerek bir şeyi protesto etmelerinden duyulan endişenin nedeni, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin tarihinde yatıyor. Taaa 1789’dan beri!

Hayatında bir kere bile Paris’e giden bir turist, Paris’in bir yürüme şehri olduğu konusunda bir uzmanlık bilgisine sahipmiş gibi konuşabilir.

Paris gerçekten de yürüme şehridir. Aynı zamanda devrimin de şehridir.

Paris caddelerinde, sokaklarında vitrinlere ya da tarihi binalara bakarak yürüyen bir turist belki bunu fark etmez ama bu ikisi arasında hayati bir bağ olduğunu ben söylemiyorum, tarihçi Hobsbawm söylüyor.

Hobsbawm bazı kentlerin devrim için çok uygun olduğunu düşünüyordu.

Büyük tarihçinin tanımına göre nüfusu yoğun ancak yerleşim alanı yürüyerek katedilebilecekten daha büyük olmayan kentler, “isyan çıkarmak ve ayaklanmak için en ideal” kentlerdi.

Yani Saray yetkililerinin endişelenmesine gerek yok, İstanbul bu tanıma uymuyor.

Yürüyüşler için en ideal mekan

Hobsbawm büyük mimar Haussmann’ın Paris’in büyük kentsel dönüşümünü gerçekleştirirken ne yaptığına dikkat çekiyor:

“Kentsel dönüşümün olası ayaklanmalar üzerinde büyük olasılıkla kasıtsız bir başka etkisi olmuştur. Bu yeni ve geniş bulvarlar, popüler hareketlerin gittikçe önem kazanan bir bileşeni, yani kitlesel gösteriler ya da daha doğru bir deyişle toplu yürüyüşler için ideal bir mekân sunmaktaydı. Bulvarların dönel kavşakları ve dairesel meydanları sistematik şekilde düzenlendikçe çevrelerindeki meskûn alanlardan daha etkin biçimde soyutlanmış ve böylelikle bu tür toplaşmaların isyanın ön hazırlıklarına değil de törensel yürüyüşlere dönüşmesi kolaylaşmıştır.”

Artık bir isyana yol açmasa da bu “törensel yürüyüşleri” de ihmal etmemek gerekir.

Sizinle aynı görüşü paylaşan, aynı şeylerden endişelenen insanlarla birlikte yürümek sihirli bir şeydir.

Kişi, kolektif arzuların yarattığı selin içinde artık korkusuzdur, her şeyi başarabileceğine inanır.

Öfkesinin, korkusunu yok ettiğini görür ve kendisi bile buna hayret eder. O kitlenin içindeki her birey kendi gözünde bir kahramana dönüşür.

Onun için meydanlarda toplanan insanları gazlayarak, copla döverek yıldırmak da zordur.

Hiçbir kitle hareketi sonsuz değildir.

Aklı başında olan kamu yönetimi, gösteri yapan kitlenin çevreye zarar vermesini ya da çevreden zarar görmesini engelleyecek tedbirleri alır ve kitle hareketinin sönümlenmesini bekler.

Bu sönümlenme gösteri yapanlar açısından bir mağlubiyet olmadığı gibi protesto edilenler açısından da zafer değildir.

Benzerinin tekrarlanması için insanlara “yeter artık” dedirtmek yeterlidir ki bunu başarma gücü de sadece iktidar gücünü kullananda vardır.

Çelişkili gibi görünüyor ama değil.

Kitlelerin harekete geçmesinden korkan rejim kitlelerin damarına bastıkça, harekete geçmeleri için uygun ortam yaratır.

Victor Hugo 1793 isimli romanında devrim öncesi Paris’i şöyle tanımlıyor: “Her şey korkunçtu ama kimse korkmuyordu.”

Sokaktaki sıradan insanın artık korkmadığının farkına varmak ise otokratları en çok korkutan şeydir. 








MEHMET Y. YILMAZ İsimli Yazarın Diğer Yazıları