Kumpas heybesindeki büyük turp!

Haber Tarihi: 13.04.2025

19 Mart’tan bu yana sosyal medya altın çağını yaşıyor. Analizler, öngörüler, geçmişten ders gibi paylaşımlar.

İçlerinden biri, beni de geçmişe götürdü: İdam kararından sonra Deniz Gezmiş'in kendi sesinden tepkisi. Özetle “Ölümden korkmuyoruz. Biz hayatımızı bu ülkeye adadık” diyordu.

Sonraki yıllarda idam günü tanıklıklarıyla, bu sözlerin nasıl doğrulandığını öğrendik. Üç fidan ayakları titremeden ölüme gitmişlerdi. Üstelik ahirete, şehit olacakları için ödüllendirileceklerine inanmadan.

Bunları övmekten çok anlamaya çalışarak yazıyorum. Bu “aşkınlık” nasıl bir -duygu değil de- zihnin ürünü çözmeye çalışıyorum.

O en uç yerde değil elbette, ama bugün gençler aynı dirençle meydanlarda. “Abileri” diyebileceğim Barışlar, Timur Soykan, Murat Ağırel gibi gazeteciler de geçmişin değerlerini geleceğe taşıyan isimlerle önlerinde.

Sadece son günlerde yine / yeniden yaşananlar değil, Nuray Mert’in “veda yazısı” için bütün bu girizgah!

Gençler tanımadı onu. Kumpas döneminde, Erdoğan’ın rejim değişikliği sürecinde bizler çok iyi tanıdık,

Liberal sistem, inanç özgürlüğü falan derken bir hayli sivrilmişti. Ahmet Hakan ile dozu yüksek arkadaşlığı da bir hayli dikkat çekmişti.

Sonra devir değişti. Çok ciddi sağlık sorunları nedeniyle -geçmiş olsun- ortalarda görünmedi. Derken geçenlerde Medyascope’ta bir yazısı.. Bir VEDA YAZISI yayınlandı:

“Yurt dışında yaşama özlemi duyanlara şaşarım. İmkân olduğu halde, hiç yurtdışında yaşamayı düşünmedim. Ona da pişman değilim. Sadece, kendi adıma da ülkem adına da artık korkuyorum. Kendi adıma, soluğu cezaevinde alırsam kedilerime kim bakar diye korkuyorum. 'Torun' saydığım, yeğenimin küçük kızından ayrı kalırım diye korkuyorum. Geçirdiğim ölümcül hastalığın izleri, sağlık durumum, yaşım itibarıyla tahammülüm, mecalim bitmek üzere diye korkuyorum. Ülkem adına, bir karanlık tünelde nereye gittiğimiz meçhul hale geldiği için korkuyorum. O küçük kız için korkuyorum. Gocunulacak yanı yok, insan korkan bir varlıktır.

Sonuçta bu nedenle ve başıma açılan son davada sonuç ne olursa olsun, hep bir vatandaşlık görevi olarak gördüğüm ülkeme ilişkin siyasi yorum yazısı yazmaya, görüş bildirmeye son verme kararı aldım."

İnsan korkar elbette. Ama pek çok örneğine tanık olduğumuz üzere korkmak onu yolundan alıkoymaz.

İlk kez burada açıklayacağım: FETÖ ve tabii Erdoğan yüzünden önce Kanal D Haber’in başından, sonra da CNN Türk’ten kovuldum. Başta Taraf Gazetesi olmak üzere Cemaat yayınlarında ahlaksızca linç edildim.

15 Temmuz sonrası, herkesin birdenbire FETÖ düşmanı kesildiği bir süreçte ise bambaşka bir sayfa açıldı önümde.

Nerede okudum, tam olarak ne okudum, hatırlamıyorum.

Ama haber -ya da yazının- kahramanı Nesibe idi. Hani şu kumpasın baş aktörü Mehmet Baransu’nun eşi. Ayrıntısını boş verin, hem o yazıdan hem de sonrasında NESİBE’nin başına gelenleri öğrendim. Yoksul, çok yoksul bir ailenin kızıydı. Tam “kendisini kurtardı” denmişken karnında bebeği, hapiste kocası, bomboş cüzdanı ile tamamen sahipsiz kalakalmıştı.

Aralıklarla da olsa telefonda görüşüp haberleştik Nesibe ile. Acılarını paylaştık.

Bugün, böyle bir günde bunu paylaşmamın nedeni şu: Vaktiyle Mehmet Baransu’nun eline kumpas valizini tutuşturup hayatını bir hücrede yalnızlığa mahkum edenler.. Tabiri mazur görsünler, onu ve nicelerini kullanılmış mendil gibi kullanıp bir kenara atanlar.. Kendi dertlerine düşüp Nesibe’nin acılarına kör kalanlar..

Bugün ya yurt ya da cezaevi dışında.. Kimileri de çoktan dönüvermiş, Fetullah Gülen ile fotoğraflarını silip “ÖLÜMÜNE REİS” cephesine katılmış..

Vaktiyle tepeden bakışlarla haberciliğimizi küçümseyenler bugün süngülerini indirivermiş..

300 kadar üniversite, lise öğrencisi “cezaevi stajına” alınmışken, akademisyen Prof. Nuray Mert’in nerede nasıl verdiğini bilemediğim mücadelesinden istifa etmesi hatırlattı bunu.

“Ben aslında kötü biri değilim. Hain kocam Rasim Ozan bana şiddet uygulardı.. Beni zorlardı.. O yüzden hiç istemediğim şeyleri yaptım” demeye getiren Nagehan Alçı gibi..

ODATV davasında, bugünkü İmamoğlu iddianamesinden farksız gizli tanık ifadeleriyle yargılanan Nedim Şener gibi..

Hoooop güvenli alana!!!

Oysa Timur, Murat, Şule, Barışlar.. Ve tanıdığınız tanımadığınız niceleri, kaynağını akıldan alan o “YÜKSEK AHLAKLA” yoluna devam ediyor.

Bugün ilk duruşma için Silivri’deki o malum ve meşum salonda dünyaya mesajını veren İmamoğlu gibi:

“Beni terörle aynı yere koyanların alnını karışlarım! Bana bakan, Türk devletini görür, Atatürk’ü görür, bu milleti görür. Siyaseten birine “terörist” yaftası yapıştırılır mı? Her evde şehit, gazi var bu ülkede! Bu nasıl bir bakış açısı? Bunu şiddetle reddediyorum! Şiddetle reddediyorum! Şiddetle reddediyorum! Ekrem İmamoğlu ile terörü yan yana koyanlar kötü niyetle yazmıştır. Terörle Ekrem’i yan yana koymakmış… Hadi oradan! İfadelerin dahi incelenmediğini, kötü niyetle yazıldığını bile düşünmek istemiyorum ama hangi niyetle yazıldığını inceleyeceğimi, bu işin peşini bırakmayacağımı söylüyorum. Evet, eleştiriyorum.Ben bu topraklara adaleti getirmeye kararlı biri olarak yola çıktım ve diyorum ki: Bana bu kötülüğü kim yapmış olursa olsun, onların da evlatlarını koruyacağım.”

İmamoğlu kumpasının en baş takipçisi Nedim Şener..

Başsavcı Akın Gürlek’in arkadaşı olduğunu açıklayan Cem Küçük..

Kumda oynamaktan bir türlü esası yakalayamayan Ahmet Hakan..

Hiç değilse, sadece bugünün değil, Erdoğan Rejiminin tarihçesine kaydı düşülecek şu skandalı, şu garabeti izah edin:

10 Nisan tarihli resmi yazıyla, yani duruşmadan 1 gün önce İmamoğlu hakkındaki dava dosyası savcılık tarafından FİZİKİ OLARAK talep edildi ve mahkemeden alındı. Ortada fiziki olarak bir dosya olmayınca bugünkü duruşmada beraat verilmeyeceği bir gün önceden ilan edilmiş oldu.

“Nereden çıkartıyorsun” diyenler CHP’nin çalışkan milletvekillerinden Gökhan Günaydın’ın X’teki paylaşımında gözleriye tanık olsun”! Hukuk tarihine geçecek. “KUMPAS HEYBESİNDEKİ TURBUN BÜYÜĞÜNÜ” görsün!

Bu “SKANDALIN BELGESİ “ gibi, Gökhan Günaydın’ın dün gecenin bir vakti paylaştıklarını da kayda geçirelim. Tarihe emanet edelim:

“Adalet terazisini tutan gözü bağlı kadının utancından yerin dibine girdiği günlerdeyiz..

11 Nisan 2025’te Büyükçekmece Adliyesi’nde görülecek davanın bir gün öncesinde;

Yani 10 Nisan 2025 tarihinde,

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu, Büyükçekmece 10. Asliye Ceza Mahkemesi’ne yazı yazarak, dava dosyasını, “incelendikten sonra iade edilmek üzere fiziki olarak” talep ediyor,

Büyükçekmece 10. Asliye Ceza Mahkeme’si, aynı gün, yani duruşmadan bir gün önce, 10 Nisan 2025 tarihinde yazdığı cevapla, “dava dosyası ASLI nı, incelenmek üzere müzekkere ekinde” Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderiyor.

Şahane değil mi?

Böylece Mahkeme elinde yarın (11 Nisan günü) yargılama yapacak dosya kalmamış oluyor.

Bu kadarı ilkel Roma Hukuku döneminde bile görülmemiştir..

Bu durum, çalınan minareye uydurulacak bir kılıf bile değildir, olamaz.

Peki ne olmuştu sözü edilen mahkemede bugüne kadar?

Ekrem İmamoğlu’nun Beylikdüzü Belediye Başkanı iken 2015 yılında yapılan 250 bin TL’lik Kültür işleri ihalesine ilişkin,

2020 yılında Danıştay’ın soruşturma izni vermemesine rağmen,

2022 yılında iddianame düzenlenmiş ve yargılama başlamıştı.

Bu kapsamda, “kamu zararı olmadığı ve Ekrem Başkan’ın ihale sürecine dahil olmadığı” yolunda iki bilirkişi raporunun alınmasından sonra,

Savcı 2 Ekim 2024 tarihli duruşmada hazır olmadığı gerekçesiyle mütalaa vermemiş,

20 Kasım 2024 tarihli duruşmada rapor almış,

8 Ocak 2025 tarihli duruşmada ise başka bir dosyayı incelemek için süre istemişti.

Hakim, son kez olmak üzere, 3 aydan fazla bir süre sonrasına, 11 Nisan 2025 gününe, mütalaasını hazırlamak üzere duruşma tarihi vermişti.

Artık elde dosya yok.

Dolayısıyla, “Ekrem İmamoğlu hakkında dosya yoksunluğu nedeniyle fiilen BERAAT kararı verilememesi” durumu tesis edilmiş halde..

Söylenebilecek bir tek söz var: Yazıklar olsun.

Yarın bir mahkeme kurulacak.

Hepimiz orada olacağız.

Elinden dosyası savcılık tarafından alınmış bir mahkeme.

Biz o mahkemeden bir karar bekleyeceğiz.

Mesele Ekrem İmamoğlu ile sınırlı değil.

Türkiye Cumhuriyeti yargısını ve mahkemelerini bu duruma düşürmeye kimsenin hakkı yok!!!”

Evet! Vera belki hala Silivri Cezaevi’ni babası Tayfun Kahraman’ın “işyeri” zannediyor.

Ama büyüyecek.

Zira, biliyoruz: Zaman ve tarih böyle akar.. Çocuklar büyür. Bayraklarıyla şarkılarıyla kendi tarihini yazar. Kötüleri ve korkarak kötülerin değirmenine su taşıyanları unutmaya bırakır!









AYŞENUR ARSLAN İsimli Yazarın Diğer Yazıları