Sözümüz hiç bitmeyecek!

Haber Tarihi: 13.04.2025

İçinde yaşadığımız ve baskılarına her gün maruz kaldığımız bu kapkara faşist rejimin bazı adımlarını değerlendirirken, sık sık kullandığımız tabirler var. Pek çoğu da ağız alışkanlığından kaynaklı.

“Yok artık. Gerçek olamaz bu!..” deriz kimi zaman.

“Bunu da mı yaptılar sonunda?..” diye sızlanırız.

Ama en çok da “Sözün bittiği yer” deriz.

Ama sözün hiç bitmediğini, bitmeyeceğini, zaten “söz biterse” her şeyin bitmiş olacağını, bizim de bittiğimizin ilânı olacağını çok iyi biliriz.

Dün sabah kalkıp da sevgili kardeşlerimiz Timur Soykan ve Murat Ağırel’in akıl almaz bir gerekçeyle, evlerine yapılan baskınlarla gözaltına alındıklarını duyar duymaz, çoğumuz benzer tepkiler göstermişizdir.

Basının, bu dönem en başarılı ve üretken mensuplarından, bu iki geç arkadaşımız savcılığa ifadeye çağrılmış ve gitmeye hazırlanırlarken, ev baskınına başvurulmasının nedenleri bizce malûm.

En başta, medyaya akıllarınca gözdağı vermek ve Timur ve Murat’ın yaptıkları gibi pisliklerin, yolsuzlukların, hırsızlıkların, usulsüzlüklerin, her türlü ahlak, yasa ve demokrasi dışı faaliyetin üzerine gidilmesi çabalarını caydırmaya çalışmak. Hani şu ünlü “Aman abi, biraz frene basın. Bak, adamların şakası yok, seni de alıverirler içeri. Sırada sen varmışsın zaten. Öyle diyorlar…” muhabbetinin ateşini körüklemek.

Oysa ki, cesur ve gözünü budaktan sakınmayan, hakikat aşığı, mesleğine sıkı sıkıya bağlı ve bu ülkedeki demokrasi mücadelesinin neferi olan bizlerin, bu tür korkutma ve sindirme faaliyetinden zerre kadar etkilenmeyeceğimizi bilmezden geliyorlar. Bal gibi de bilirler aslında. Hem Timur hem de Murat, buna benzer yüzlerce belki de binlerce dosyanın peşinde koşarken, bir o kadar soruşturma ve davanın hedefi oldular. Bugüne kadar yılmadılar. korkmadılar, tırsmadılar, sinmediler. Çalışma ve araştırma azimleri daha da bilendi. Yakınlarında aynı işi aynı şevkle yapan ve başları sürekli belâya giren, karakolla, adliyeyle ve hatta zindanla defalarca tanışan meslektaşları ve arkadaşlarını gördükçe, daha da sıkı sıkıya sarıldılar mesleğe.

Üzerindeki örtü kaldırılmadık, pisliği ortaya çıkarılmadık, çirkin yüzleri afişe edilmedik tek bir çete, tek bir baron, tek bir mafya bozuntusu, tek bir hırsız, tek bir tacizci, tecavüzcü, tek bir faşist katil, it – kopuk bırakmamak üzere and içmiş, pırıl pırıl gazeteciler bunlar.

Bu yönde savaş veren gazetecilerin, “davet” yerine evlerine “baskınla” gözaltına alınmalarının bir önemli nedeni daha var.

Gazetecinin evini basınca, onun kullandığı ve yararlandığı tüm materyale el koyabiliyor muktedir irade. Bilgisayarını, telefonunu, tabletini, üzerinde çalıştığı dosyaları, elde etiği ve haberleştirmek için üzerinde çalıştığı belki binlerce sayfa belgeyi - dokümanı ele geçiriyor. Özellikle telefonunda, kimlerle temasta olduğu, kimlerden bilgi aldığı, yani haber kaynakları bilgi edinme kaynakları filan “şıp” diye öğrenilmiş oluyor.

Öyle ya, bu çocuklar kimi zaman sıradan bir vatandaştan kimi zaman da kurdukları bağlantılarla önemli kritik konumlardaki bürokrattan, memurdan filan bilgi edinebiliyorlar. Ev baskınında ele geçirilen materyal ve özellikle gazetecinin telefon rehberi, bütün bunların deşifre olmasını sağlıyor.

Açıkçası, işin en “kirli” yanı da bu.

Çünkü kirliliğin ve pisliğin odaklarının da en çok merak ettikleri şey bu. Gece gündüz endişe içindedir çeteci, mafyacı, baron, hırsız, kaçakçı, katiller. Uyku girmiyordur gözlerine. “Ulan bu bilgileri nasıl ele geçirip de bana ulaşabiliyorlar. Nasıl haberdar oluyorlar ne halt yediğimden?” diye meraktan çatlıyorlardır.

İşin en kötü yanı, bu meraklarını gidermek üzere, bizzat devletin yargı ve kolluk gücünün, “adeta onlar adına devreye girmeleri” ve “karşı tarafı” yani gazeteciyi, etkisiz hale getirmek için bu tür baskınlar yapmalarıdır.

Timur ve Murat’ın yaptıkları haberlerin öznelerini şöyle bir hatırlayın.

Aralarında; uyuşturucu şebekesi baronlarından yasa dışı bahis çetelerine, küçücük kız çocuklarını evlendirip sistematik tecavüzden sanık aşağılık tarikat mensuplarından, organize suç örgütü mensuplarına, bankaları hortumlayanlardan devletin hazinesini utanmadan soyanlara, sınav yolsuzluğundan seçim hilelerine kadar binbir türlü ahlâksızlığın ve şerefsizliğin sanıklarına kadar binlerce “düşük yaşam formu” var o dosyaların kirli sayfalarında.

Şimdi, o manzarayı gözünüzün önüne getirebiliyor musunuz?

Yukarıdaki paragrafta saydığım bütün pislikler, dün sabah “Soykan ve Ağırel gözaltında” haberini duyduklarında nasıl sevinç naraları atmışlardır kim bilir…

Oysa, biz de biliyoruz ki sevinçleri kursaklarında kalacak.

Ne Timur’u, ne Murat’ı ne de onlar gibi yüzlerce binlerce cesur muhabiri, yazarı, meydanlarda rejimin hukuksuzluklarını görüntüleyen kameramanları, foto muhabirleri, masa başında bu dosyaları hazırlayan editörleri, radyo, TV, gazete, ajans çalışanını, internet yayıncılarını caydırabilirler.

Hiç birimizin sesini kısma olasılığını akıldan bile geçirmezdim ben onların yerinde olsam.

Çünkü bizim sözümüz bitmez, bitmeyecek.

“Sözün bittiği yer” asla olmayacak.

Buradayız ve burada “hakikat savaşına” var gücümüzle devam edeceğiz.

Biz kazanacağız.








ZAFER ARAPKİRLİ İsimli Yazarın Diğer Yazıları