Cumhurbaşkanlığı seçiminin 28 Mayıs’ta yapılacak ikinci tur oylaması bir çeşit referandum niteliği taşıyor.
Seçmen, 28 Mayıs’ta “Erdoğan’la devam mı, tamam mı” konusunda bir tercih yapacak.
Bütün yetkilerin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’da toplandığı, siyasal, ekonomik, sosyal kararların bir kişi tarafından verildiği rejimin devam etmesini isteyenler Erdoğan’a; egemenliğin bir kişide değil TBMM’de olduğu, yasama ve yargının yürütme organını denetleyebildiği, yargının ve medyanın özgür olduğu demokratik rejimin yeniden kurulmasını isteyenler Millet İttifakı’nın ortak adayı Kemal Kılıçdaroğlu’na oy verecekler.
Türkiye’nin siyasal İslamcı bir anlayışla yönetilmesini isteyenler Erdoğan’ı, çağdaş hukuk kurulları içinde laiklik anlayışıyla yönetilmesini isteyenler Kılıçdaroğlu’nu tercih edecekler.
Kadının erkekle eşit olmadığını, tek görevinin çocuk doğurmak ve bakmak olduğunu savunanlar Erdoğan’a, kadının erkekle eşit olduğunu, toplumsal, mesleki ve siyasal alanda erkeklerle eşit olmaları gerektiğini savunanlar Kılıçdaroğlu’na oy verecekler.
Devlet kadrolarına atamanın biat ve sadakat koşuluyla yapılmasını, kamu kurumlarının tarikatlar tarafından parsellenmiş olmasını, kararların dini referanslara göre alınmasını isteyenler Erdoğan’a, devlet kadrolarına atamanın eşit sınavlarla ve liyakatle yapılmasını, kararların anayasaya ve yasalara göre alınmasını, ülkenin kayırmacılık yapılmadan yönetilmesini isteyenler Kılıçdaroğlu’na destek olacaklar.
Yoksul kesimlerden zenginlere servet aktarılmasının, vergi yükünün yoksul halk üzerine yıkılmasının, Hazine kaynaklarının ihaleler yoluyla yandaş şirketlere aktarılmasının, yüksek enflasyon, yakıcı hayat pahalılığı, yüksek dış borcun normal olduğunu düşünenler “Erdoğan’la devam” diyecekler; Hazine
kaynaklarının halkın refahı için kullanılmasını, ihalelerin şeffaf rekabet ortamında yapılmasını, zenginden çok vergi alınıp sosyal harcamalarla yoksul kesimlerin refahının artırılmasını, gelir dağılımı eşitliğini, etkin denetimler ile yolsuzlukların önlenmesini ve hesap sorulmasını isteyenler “tamam” diyerek Kılıçdaroğlu’nu destekleyecekler.
AK Parti iktidarının MHP’nin desteğiyle oluşturduğu, parlamenter sisteme de demokratik başkanlık sistemine de benzemeyen cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi otoriter demokratik karar ve denetim mekanizmalarının rafa kaldırıldığı kendine özgü bir otoriter rejime dönüştü.
Siyasal bilimciler Türkiye’deki rejimi değişik şekillerde tanımlıyorlar.
Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu, bugünkü rejimi “neo-patrimonyal sultanizm,” Cumhuriyet yazarı ve öğretim üyesi Dr. Ergin Yıldızoğlu “süreç içinde faşizm,” ve Prof. Dr. Emre Kongar “şahsım devleti” olarak tanımlıyorlar.
Türkiye’nin önde gelen, uzmanlıkları uluslararası kabul görmüş bilim insanlarından hiçbiri bugünkü rejimi “demokratik rejim” olanak tanımlamıyor. AK Parti iktidarı şu gerçeği de kanıtladı ki, diğer örneklerinde de görüldüğü gibi Türkiye’de AK Parti’nin siyasal İslamcı yönetimi, demokratik, laik, hukuka dayalı rejimler tarafından yönetilen Batı rejimlerine alternatif olacak modern demokratik bir refah toplumu oluşturamadı. Aksine Türkiye her yıl daha çok yoksullaşan, dinin siyasete alet edildiği, bir avuç yandaşın zenginleştirildiği, sadaka dağıtarak kent yoksullarının oyunun alındığı, akıldan, bilimden uzak, liyakatın değil biat ve sadakatın esas olduğu az gelişmiş bir Ortadoğu ülkesine dönüştürüldü.
Oysa Türkiye; halkının çoğunluğu Müslüman ülkeler arasında Atatürk sayesinde demokrasiye, laik devlet yapısına, kadın-erkek eşitliğine, insan haklarına, hukukun üstünlüğüne, bilimsel eğitim sistemine sahip rejimiyle tek ülkeydi.
Örnek gösterilirdi.
Bugün ise siyasal İslamcı politikalarıyla, demokrasi, insan hakları, özgürlükler, kadın-erkek eşitliği konularında dünyanın en geri ülkeleri arasında. Yolsuzluk, rüşvet, gelir dağılımı bozukluğu konularında ise dünya sıralamasında en üstte yer alan ülkeler grubuna girmiş durumda.
AK Parti iktidarı, bağımsız veya özerk olması gereken anayasal kurumları devlete ve hukuka bağlı olmaktan çıkarıp iktidara bağlı ve bağımlı hale getirdi. Türkiye’yi kurumsuzlaştırdı ve kuralsızlaştırdı.
Bu nedenle 28 Mayıs’ta yapılacak ikinci oylama bir referandum niteliğinde.
Türkiye demokrasinin işlemediği az gelişmiş bir ülke mi olacak, yeniden demokratik, laik bir sosyal hukuk devleti mi olacak?
Karar seçmenin.