Parti militanı valiye, militan denir!

Haber Tarihi: 29.01.2021

Valiler, kaymakamlar, hakimler devlet memuru olarak, bütün siyasi partilere eşit mesafede durmak zorundadırlar. Bu onlara bırakılmış bir tercih değildir

Eski CHP Milletvekili Berhan Şimşek, katıldığı bir televizyon programında bazı vali, kaymakam ve hakimleri "AKP militanı" olarak tanımlayınca İçişleri Bakanlığı çok kızdı.


Uzun bir açıklama da yayımladılar ki valiler ve kaymakamların ne kadar önemli olduklarını anlayalım diye.


Bu tür konuları, muhalefete sopa sallama fırsatı olarak görmeyi alışkanlık haline getiren Erdoğan'ın memuru Fahrettin Altun ve AKP'nin sözcüsü Ömer Çelik de veryansın ettiler tabii.


Meğerse bu sözler, demokrasiye, hukuka, milli egemenliğe bir saldırı oluşturuyormuş.


Bu arkadaşların Türkçe dil bilgisi seviyesini gerçekten merak ettim. İkincisi hadi neyse ama birincisinin adının önünde profesör unvanı da var.


TDK Sözlük'e hep birlikte bakalım:


"Militan" kelimesi, "bir düşüncenin, bir görüşün başarı kazanması için savaşan, mücadele eden kimse" anlamına geliyormuş.


İkinci anlamı "bir siyasal örgütün etkin üyesi"!


Üçüncü anlamı ise "mücadelesini zor kullanarak ve yasa dışı yollarla yapan taraftar."


Türkiye'nin tek partili yeni otokratik düzeninde valiler ve kaymakamların, AKP'nin etkin üyesi / militanı gibi davrandıkları sır sayılmaz.


Buyurun size bir örnek, 12 Aralık 2020 tarihli gazete haberi:


"Aksaray Valiliği, ildeki yatırımları görüşmek üzere toplantı yaptı. Toplantıya bakanlıkların il müdürleri yerine AKP'li siyasiler davet edildi. Aksaray Valisi Hamza Aydoğdu, sağına AKP İl Başkanı Hüseyin Altınsoy'u, soluna da AKP Aksaray Milletvekili Cengiz Aydoğdu'yu aldı. Valinin toplantısına AKP meclis üyeleri de katıldı. Aksaray Valiliği, toplantı sonunda, 'Birlik olunca, kolaylaşır işler' başlığıyla bu fotoğrafı paylaştı ve 'Aksaray'ın ihtiyacı olan yatırımlar için valimiz istişare toplantısı yaptı' denildi."


Vali, bir devlet memuru olarak tarafsız olsaydı, toplantıyı sadece AKP'liler ile mi yapardı?


10 Ekim 2020 tarihli bir haber daha:


"Mardin Artuklu Üniversitesi'ne Tıp Fakültesi kurulması için üniversite kampüsünde yapılan istişare toplantısına, Vali Mahmut Demirtaş ve Rektör İbrahim Özcoşar'ın yanı sıra AKP İl Başkanı Faruk Kılıç ve AKP'li belediye başkanları katıldı. Toplantıya hiçbir akademisyen davet edilmedi."


19 Ekim 2020 tarihli bir haber:


"Adıyaman Valisi Mahmut Çuhadar'ın başkanlığında düzenlenen 'Covid' zirvesine AKP'li milletvekilleri ve il yöneticileri katıldı. CHP Adıyaman Milletvekili Abdurrahman Tutdere 'Kimse bizi çağırmadı' dedi."


26 Mayıs 2020 tarihli bir başka haber:


"Rize Valisi Kemal Çeber, Çay Tv'de yapılan programa mesaj atarak, konuk AKP İl Başkanı İshak Alim'den pandemi süreci bittikten sonra kendisini hediye olarak umreye götürmesini istedi."


Bana ayrılan "baytların" hepsini bu haberlerle doldurabilirim.


Ne yazık ki bazı valiler, bazı kaymakamlar, bazı hakimler ve bazı savcılar iktidar partisinin militanı gibi davranıyorlar.


Bizlere zamanında öcü gibi anlatılan "tek parti dönemi valilerinden" bir farkları yok.


Bu tür makamların, saygınlıklarını korumak kuşkusuz ki herkesten önce o makamlarda oturanların görevidir.


Onlar bulundukları makamları, günlük siyasi çıkarlara peşkeş çekmemelidirler.


Valiler, kaymakamlar, hakimler devlet memuru olarak, bütün siyasi partilere eşit mesafede durmak zorundadırlar.


Bu onlara bırakılmış bir tercih değildir.


Ve bizim memlekette, parti militanı gibi davranan memura, bulunduğu makama bakılmaksızın "parti militanı" demek, güzel Türkçemizin bize sunduğu bir eleştiri olanağıdır.


Kamu görevini yerine getirenler, yaptıkları hatalar nedeniyle en ağır eleştiriyi duymaya da hazır olmalıdırlar.


Bunu da ben söylemiyorum, AİHM, AYM, Yargıtay kararları söylüyor.

* * *

Siyasal İslamcılar için "ahlaki sorumluluk" ödevi!

Yoksulluğu engellemek ve adaletli paylaşımın yayılmasını sağlamak amacıyla Adalet ve Demokrasi Vakfı kuruldu.


Bunun için niye parti kurmadılar da vakıf kurdular, merak ettim haliyle.


Çünkü bu, esasen siyaseten çözülebilecek bir sorundur.


Ülkede yaratılan gelirin nasıl dağıtılacağı siyasi karardır.


Yoksulluk dua edilerek, yoksullara yardım yaparak, sadaka vererek filan önlenmez.


Ülkede yaratılan gelirden az pay alanların lehine yapılacak bir siyasi tercih konusudur.


Nitekim AKP döneminde yaratılan gelirden bazı kitleler daha az pay almaya başladılar ve yoksulluk yayılırken, bazı kesimlerde beklenmedik şekilde zenginleştiler.


Bu bir siyasi karar sonunda olur, milletten aldığı yetkiyle iktidara gelenin verebileceği bir karardır.


Bu tercihi vakıflar yapamaz.


Hazreti Ömer, Peygamber'in de onayıyla bir bahçesinin gelirini yoksullar için harcanmak üzere bağışladığında bugün "vakıf" dediğimiz kurumların öncülüğünü yapmıştı.


Yani vakıf dediğimiz şeyin özü, kişinin şahsına ait bir varlığın gelirini hayır işyeri için kullanması.


Memleketimizin İslamcıları içinse böyle değil.


Siyasal İslamcıların kurduğu, yönettiği vakıfların temel özelliği artık kamu kesesinden hayır yapmak.


AKP'li belediyelerin olanaklarının bu tür vakıflara nasıl peşkeş çekildiğini, vergilerimizden oluşan havuza ellerini nasıl daldırıp, vakıf numarasıyla para sızdırdıklarını biliyoruz.


Bununla da kalmıyorlar, siyasal amaçlı olarak kurdukları vakıflara tanınan bazı imtiyazlar da var. Bunlardan biri vergi bağışıklığı imtiyazıdır.


Bu vakıflara vergi bağışıklığı tanınmasının nedeni, bu tür vakıflara yaptığınız bağışların tümünü gider yazabiliyor olmanız.


Böylece bu vakıflar bir yandan kamu olanaklarını kullanırlarken, diğer yandan da aslında vergi geliri kaybına da yol açarak bir zarar daha veriyorlar.


Gazete haberlerinden öğrendiğimize göre AKP'li Yasin Aktay'ın da kuruculardan biri olduğu bu Adalet ve Demokrasi Vakfı'nın, 100 bin liralık mal varlığı var.


Türkiye'deki gelir dağılımını adaletli hâle getirmek ve yoksullukla mücadele için komik bir varlık bu.


100 bin lira değerindeki vakfedilenin geliri ne olacak ki o gelir, bu yüce amaç için kullanılabilsin?


O gelir ile o vakfın rutin giderlerini bile karşılamak mümkün olmaz.


Demek ki cebimize giren eller arasına bir tane daha ekleniyor.


Bu vakıf da belli ki kamu kaynaklarıyla beslenecek. Kaç kişinin maaşa bağlanacağını şimdiden bilmiyoruz tabii ama tahmin edebiliriz.


Bu vakfın da bir yönetimi olacak haliyle. Genel Müdürü, ileride şube müdürleri, onlara makam araçları, lüks ofisler, sekreterler, şoförler, ne işe yaradığı belli olmayan "uzmanlar" geniş bir kadro, beslenecek.


Ve işte buraya da yazıyorum ki kamu kaynaklarıyla finanse edilecek.


Bu konuya bugünlük ara verirken, memleketimizin siyasal İslamcılarına bir ev ödevi vereceğim:


İslam'da vakıf kurmanın ahlaki sorumluluğu üzerine düşüncelerinizi yazınız!








FİKRET BİLA İsimli Yazarın Diğer Yazıları