Türk Dil Kurumu sözlüklerine bakarsanız başlıktaki sözcüğün hem bir isim, yani "bir şeyleri baskılamak ve ezmek amacıyla kullanılan bir alet-gereç" olduğunu hem de "ezici bir baskı altında kalmak" durumunu anlatın bir tür sıfat olduğunu görürsünüz.
"Cenderede kalmak, cendereye girmek" sıkça kullandığımız tabirlerdir.
Bugün ülkemizde hem tek tek vatandaşların hem her alanda üreticilerin hem de mal ve hizmet üretme durumundaki tüm kurumların ciddi bir "cendere" içine hapsolduğunu hepimiz görüyoruz. Bu da, bizzat ülkeyi yönetme yeterliliğini iyice yitiren, kontrolü iyice elden kaçıran ve içine düştüğümüz tarihi boyutlardaki ekonomik buhranın baş sorumlusu olan iktidarın yarattığı bir durumdur.
Neredeyse her dakika bir yenisi ile karşılaştığımız zamların oluşturduğu fahiş ve hatta müstehcen boyutlardaki hayat pahalılığı, ülkede yaşamayı bir işkenceye dönüştürmüştür.
Temel ihtiyaç kalemlerine yapılan zamların en büyük nedeninin enerji girdileri-maliyetleri olduğu düşünüldüğünde, başta su, elektrik, gaz, toplu ulaşım ve iletişim hizmetlerine yapılan zamlar, evrensel bir tartışmayı bir kez daha hatırlamamıza neden olmaktadır.
İnsanların "vazgeçilemez" ihtiyaçlarının, en başta da suyun merkezi ya da yerel kamu otoritesi tarafından "temel bir insan hakkı" olarak karşılanması, vergi ödeyen vatandaşların en doğal talebi değil midir? Örneğin, Sosyalist rejimler bunu başarmış ve evrensel bir model oluşturmuşlardır.
Su (bildiğin dünyanın suyu), yerine başka bir şeyi geçiremeyeceğimiz, temel bir insan ihtiyacı-hakkı değil midir?
Elektrik, ısınmada kullanacağımız gaz-kömür-odun vs. maddeler, vazgeçilebilir şeyler midir?
Toplutaşımayı, yani kamunun sağlamak zorunda olduğu otobüs, tren, vapur gibi zorunlu ulaşım yöntemlerini kullanmayıp evimizde oturmak, "tercih nedeni" diye tartışılabilecek bir şey midir?
21’nci yüzyılda telefon ve internet gibi hizmetler de aynı kalemlere dahil sayılamaz mı?
İşte tüm bunların "ticari amaçlı, kâr amaçlı işletmecilik" anlayışı ile vatandaşa (vergi mükelleflerine) sunulan "opsiyonel" hizmetler sayılmasına karşı çıkmalıyız.
Neredeyse, "vergi" denen şeyin icadından bu yana var olduğunu düşündüğüm klasik bir tabir vardır ya: "Vergilerimizin bize yol su elektrik olarak geri dönmesi" olgusu. Tam da bunu demeye getiriyorum.
Bu maksatla, gerek Türkiye’nin merkezi yönetimini, gerekse belediye yönetimlerini elinde bulunduranlara, yani bizim seçtiğimiz ve "Al şu oyu. Yanında da al şu vergilerimizi (trilyonlarca, katrilyonlarca paradan söz ediyoruz) bize hizmet et" dediğimiz insanlardan bu "vazgeçilemez ihtiyaçlarımızı (insan hakkı)" sağlamalarını talep etmeliyiz.
Suyu, elektriği vs. bize satamazsınız.
Bizi "piyasa koşulları - dinamikleri - kapitalist ekonominin kaideleri vb." acımasızca zulüm araçları ile karşı karşıya getiremezsiniz.
Bir ülkeyi yöneten Başbakan, Cumhurbaşkanı, Bakan (ya da başka sıfatlı insanlar) da, bir belediye başkanı da "Ben size temel bir insan hakkı olan bu temel ihtiyaçlarınızı bu fiyattan satmak ve maliyetleri yansıtarak, üstelik kâr elde ederek satmak zorundayım. Yerseniz" diyemez.
Derse, meşruiyetini yitirir.
Bir başka sorunlu konu da, "sırf muhalefet partisinden seçilmiş ve iktidarın pek çok konuda baskısına (haklı olarak) direnmek göğüs germek, boğuşmak zorunda diye" örneğin İstanbul Belediye Başkanı›nın bu konuda yani zam yaptığı için eleştirilmesini bir "suçmuş" gibi göstermektir.
Seçtiğimiz ve çuvalla (belki de kamyonlar dolusu) vergi ödediğimiz insanlardan, temel ihtiyaçlarımızı ideal olarak ücretsiz, olmuyorsa da en düşük ücretle karşılamasını talep etmenin neresi suç sayılabilir?
Sofrasına koyacak bir dilim kuru ekmeğe ve ona katık edecek yarım soğana bile yetmeyecek gelir düzeyindeki on milyonlarca insana bunu izah edemezsiniz.
Demokratik bir toplumun birincil gerekliliği, bu bilinçle yönetmektir.
Aksi, demokrasiden uzaklaşmaktır.
Faturalar, ücretler ödenemez hale gelmişse, bunun çözüme ulaştırılmasının yolu sadece "Komşunun faturasını öde" (askıda) demek değil, fiyatları düşük tutabilmenin yolunu bulmak, üretmektir. Öncelikleri gözden geçirmekse, mesela bunu yapmaktır. Eleştirilere öfkelenmek değildir.