En güzel tanımlamayı ve benzetmeyi dün Özgür Özel yaptı.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı ve ana muhalefet lideri, Erdoğan Rejimi’nin son dönemdeki tavrını (mealen) şöyle tanımladı: “Bugüne kadar, seçimleri her kazandıklarında ve başpehlivanlık güreşlerinden örneklemek gerekirse altın kemeri beline taktıklarında, artık kayıtsız şartsız iktidar olarak istediklerini yapıyorlardı. Şimdi, bu yıl 31 Mart’ta seçimi kaybedip ikinci parti durumuna düştükleri için bunu bir türlü kabullenemiyorlar. Kazananı rahatsız etmeye çalışıyorlar”
Muktedirin bu hazımsızlığı, bundan daha iyi tarif edilemezdi. Yenilgiyi kabullenmemekle de kalmıyorlar, sistemli ve acımasız bir sabotaj kampanyası içerikli adeta “topyekûn” bir savaş başlatmış durumdalar. Kimi? Halka verilen hizmeti, yani halkı sabote ediyorlar.
Üç koldan saldırı başlattılar.
Bir: “Ben seçilmediysem görevden alırım. O koltuğa kendi bürokratımı yerleştiririm” diye tanımlanabilecek, faşizan kayyım uygulamasına başvurdular.
İki: Bunca yıldır, kendi ellerindeki de dahil tüm belediyelerin kamu kurumlarına olan borçlarının bir şekilde karşılıklı anlayışla çevrilebildiği, ertelenebildiği, takvimlendirildiği gerçeğine rağmen, CHP’li belediyelerin SGK prim ve diğer kamu borçlarına muacceliyet (ivedi ödeme şartı) getirmeye kalkıştılar. Hacizle tehdit ettiler.
Üç: Bunlarla da yetinmeyip, CHP’li belediyelerin yaptığı hizmetlere ve gelirlere göz dikerek utanmazca sabote etmeye başladılar.
***
En somut örneği de şu günlerde konuştuğumuz “kreş olayı”. Zaten bu sabotaj edepsizliğini, ta 2019 yılında Ekrem İmamoğlu’nın kazandığı İstanbul, Mansur Yavaş’ın kazandığı Ankara, Tunç Soyer’in kazandığı İzmir’i ve diğer CHP’li belediyelere karşı uygulamaya koymuşlardı. Otobüs alımından metro inşaatlarına, çevre çalışmalarından kentsel dönüşüm ve depreme hazırlık faaliyetine kadar her alanda hem icraatı engellemek hem de kaynaklarına türlü çeşitli kararname oyunlarıyla el koyma ya da kendine yönlendirme kurnazlıklarına başvurdular.
En hayasızca ve en taze örneği, bir belediyenin (Efes – Selçuk) otopark gelirlerine el koyarak o yerel yönetimin en önemli gelir kalemini budamak oldu.
Bu sabotaj harekâtına örnekler, yüzlerle çeşitlendirilebilir.
Bunun tek bir adı tek bir izahı - tanımı olabilir. “Bu ülke halkına düşmanlık”,
“Beni seçmedinizse, size hayatı zehir ederim” mantığıyla bu ülkenin hazinesine dolaylı – dolaysız oluk oluk vergi akıtan, askerlik yapan, devlete kayıtsız şartsız bağlı olması istenen halkına ihanettir.
Demokrasiden zerre kadar nasibini almamış İslamo-faşist rejimin temsilcileri, “sözde seçimli demokrasi”den bile umudunu kesmiş görünmektedir. Bugüne kadar yaklaşık 80 senedir kör – topal yürüyor gibi görünen bu ülkenin “sandıklı – seçimli – parlamentolu” sistemi bile fiilen askıya alınmış bulunmaktadır.
2017 hileli referandumunun da amacı bu değil miydi?
Mühürsüz hileli oylarla, sandık oyunlarıyla, yasama ve yargının denetleyemeyeceği, kimsenin hesap soramayacağı bir “Tek Adam” rejimi kurmadılar mı? 5 – 6 yıl da böyle götürdüler işi.
Ama 2019 yerel seçiminde aldıkları ağır yenilgi, 2023’te oylarının tüm hilelere rağmen daha da düşmesi, 2024’te yerel seçimlerde daha da ağır bir hezimet, bütün dengelerini ve hesaplarını bozdu. Allak bullak oldular. Şallak mallak oldular. Bunun sersemliğiyle, artık ne yapacaklarını bilemez durumdalar.
Ekonomiyi içine soktukları enkazı onarabilmenin çaresini bulamayacaklarını kendileri bile anladıkları için, yeni ve giderek daha da komikleşen vergi salmalarla kendilerini (en kibar ifade ile) mahcup duruma düşürüyorlar.
Artık neredeyse, “sokağa çıkan insandan sokağa çıkma vergisi, camdan bakana camdan baktın vergisi, televizyonun kumandasına her dokunuşta, telefonla her numara çevirdiğinde, tuşlara basma vergisi, ağzını bozandan küfür vergisi, arsada top oynayandan her topa vuruşta şut vergisi, pas vergisi” filan tahsil etmenin planlarını yapacaklar.
***
Gülmeyin... Bu saydıklarımdan daha komiklerini yapmadılar ve yapmaya kalkmadılar mı? Sadece “ÖTV’nin KDV’si” örneği bile, dünya mizah tarihine geçecek sefil bir örnek değil mi?
Bütün bunlar, bir yandan her türlü özgürlüğünü kısıtladıkları, ağzını her açtığında hayatı zindan etmeye kalkıştıkları halka karşı en ileri derecede düşmanlık değildir de, nedir?
Nasuh Mahruki gibi, suçu(!) sadece seçim sistemine güvensizliği dile getirmek olan birini, Furkan Karabay gibi suçu(!) sadece savcıları eleştirmek olan insanları bir emirle hapse tıkıvermeleri, Can Atalay’ı milletvekili olmasına rağmen zindanda tutmaları bundan değil mi?
Saray’ın, rejimin, en tepesinden en sıradan bürokratına kadar tüm mensuplarının önüne gelene hakaret davası açması, RTÜK’ün hoşlanmadığı kanallara “Gözünün üstünde kaşın var” cezalarının nedeni de bu değil mi?
Bu ülkenin kurucu önderi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün adını ağızlarına alma “cür’etini” gösteren genç teğmenlerin üzerine “ihraç” sopasıyla gitmelerinin arkasında da bu hırçınlık, bu düşmanlık yatmıyor mu? Bu olay üzerinden ülkenin kurucu liderine ve O’nun ilkelerine gönülden bağlı insanlara da açık bir tehdit içermiyor mu o dava?
Vazgeçin bu halk düşmanlığından.
Vazgeçin bu hayasızca akından.
Vazgeçin demokrasiye düşmanlık etmekten.
Koyun sandığı önümüze.
Bu devri kapatalım.
Kaçmayın.