2003 yılının son günlerinde Britanya’dan vatanıma ilk dönüşümde, AKP iktidardaki bir yılını henüz doldurmuştu. Cumhuriyet tarihinin bu en kritik iktidar değişimini değerlendirirken çevreme şu yorumu yaptığımı hatırlıyorum:
"Bu yaşadığımız bir darbedir. Bir ihtilaldir. Adını ne koyarsanız koyun, Türkiye Cumhuriyeti artık bildiğimiz Cumhuriyet olmaktan çıkmıştır. Bakmayın bunların özgürlükçü ve demokrat kesildiklerine, yepyeni bir faşizan dönemin başlanıcıdır bu. Önümüzdeki yıllarda bunu yavaş yavaş da değil, süratle göreceğiz..."
Arkadaşlarım, özellikle de bir kısmı "pembiş liboş" bir kısmı da sonradan "Yetmez Ama Evetçi" yaratığına dönüşen tiksindirici canlı türleri beni, "Abartılı yorum yapmak, niyet okumak ve gereksiz endişeli, hattâ Jakoben Kemalist (ne demekse?) bakış açısından, gereksiz, korku, panik ve düşmanlık üretmekle" suçladılar.
Hani şu meşhur ve buram buram sahtekârlık kokan meşhur söylem var ya...
"İlk yıllarında, Allah için, çok önemli adımlar attılar. Sonradan bozulmaya başladılar" muhabbeti yaygın biçimde dolaşıma sokuldu. AKP ve müttefiklerini (o yıllarda baş ortak FETÖ’ydü tabii) iktidarda iyice yerleşik hale getirebilmek ve "Avrupa tandaslı, özgürlükçü vs" görüntüsü verebilmek için herkes (Brüksel, Washington, Londra) elinden gelen desteği veriyordu. AB uyum çalışmaları adı altında bu siyasi hareketin "sözde insan hakları ve özgürlüklerden yana" sahte imajını parlatmanın gayreti içinde oldular.
Bu bağlamda ve o günlerin düzleminde "Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı"nı filan sağlayarak, "İşte bakın. Gördünüz mü? Faşist dediniz bize... Nasıl mahcup ettik sizi" tezahüratına başvurdular.
Derken, gördük ki asıl amaçlarını, yani ATATÜRK Cumhuriyeti’ni ve Cumhuriyet’in güvencesi kurumları hedef almak üzere gerçek amaçlarını ve ajandalarını açık eder mahiyette taarruza geçiverdiler.
2010 referandumu ile yargıyı, FETÖ’cülerin önderlik, Yetmez Ama Evetçilerin sahte solcuların da payandalık ettiği ettiği bir darbe ile iyice ele geçirdiler.
FETÖ’cüleri açık açık, göstere göstere yerleştirdikleri yargı aracılığıyla, memleketin ne kadar vatansever askeri, akademisyeni, gazetecisi, aydını varsa acımasızca "kılıçtan geçirdiler"... Dalga dalga (Ergenekon, Balyoz vb) operasyonlarla, Silahlı Kuvvetler’i kıyıma uğrattılar. Adeta "Bir tane Atatürkçü, vatansever subay bırakmayalım" diye yemin etmişçesine, karada, denizde, havada, kırıma giriştiler.
O arada "yeni ele geçirilmekte olan Cumhuriyet’in" kurumlarından alacakları pay üzerinden FETÖ’cülerle "papaz oldular"... 17 - 25 Aralık darbe girişimlerine hedef oldular.
İlerleyen dönemde, FETÖ yargısının üzerine giderek "Kumpaslar sanki sadece onların marifetiymiş" görüntüsü ile ortaklaklarını gizleme ve ortaklarını tasfiye harekatına giriştiler.
Artık yeni bir dönem açılmıştı ve kendilerinden olmayan herşeyi ve herkesi "Darbeci" olarak göstermek paranoyası içine iyice gömüldüler. Ağzını açan terörist, eleştiren darbeci damgası yedi bunlardan.
2016 yılına gelindiğinde FETÖ’cülerin, hâlâ geri planında binlerce soru işareti olan darbe girişimini yaşadı bu memleket. Ve tam da 9 ay sonrasında, darbe girişimini bahane ederek ilan ettikleri olağanüstü hal ortamında "beklenen çocuk" doğdu. 2017 hileli ve yasadışı referandumu ile "Şahsım rejimini" tescil ettirdiler.
O günden itibaren attıkları tüm adımlarla, "kırıntısı bile" kalmadı, özgürlüklerin. Önlerine gelen muhalifi doğramaya, biat etmeyen boyun eğmeyen basını özellikle doğramaya giriştiler.
"Seçim üstüne seçim kazandık" yalanıyla, sandıklara sahip çıkamayan basiretsiz muhalefetin de desteğiyle hileli seçimlerle iktidarı sürdürdüler.
Bugün gelinen noktada, yargının farklı kanatları içindeki kliklerin açık bir "pazar kavgası" görüntüsü veren bir çatışma süreci, 8 Kasım Anayasa Darbesi’ne kadar getirdi bizi.
Can Atalay dosyası üzerinden "Hak ihlali" başvurusuna artık tahammül etmeyeceklerini, atlarını istedikleri gibi özgürlüklerin üzerine sürüp, ezip geçeceklerini artık gizleyemeyecek duruma geldiler.
Bugün gelinen noktada, rejim artık kendi koyduğu kuralları bile çiğner, kendi "tanıyor göründüğü" hak ve özgürlükleri bile halka çok görür hale gelmiştir. Anayasal düzeni kendi tasarladıkları şekliyle bile hazmedemez durumdadırlar.
Maksat bellidir...
Karanlık odalarında üzerinde harıl harıl çalıştıkları bilinen yeni anayasa değişiklikleri ile "görünürde ve minimal ölçüde bile olsa" mevcut kısıtlı özgürlüklerin bile ortadan kaldırılacağı bir sistemin hazırlığı içindeler.
Tarihimiz boyunca 8 Kasım darbesi diye anılmayı hak edecek bu menfur kalkışmaya dur diyebilmek, önünde göğsümüzü siper etmek, bunu durdurup, düzenin çirkin yüzünü halk kitleleri önünde teşhir ederek faşist düzenin sahte özgürlükçü maskesini indirmek, halk güçlerinin birincil görevi haline gelmiştir.
Örgütlü mücadeleyi toplumun tüm kılcal damarlarını kapsayacak içine katacak şekilde yükseltmenin ve buna artık "sola nihayet yaklaşması gereken" CHP’yi de katarak yepyeni bir sinerji oluşturmak için kollar sıvanmalıdır.
Özgür Özel’in, yeni CHP liderliğinin de bu anlamda önünde ciddi bir sınav varır.
Ülkenin en eski ve örgütlü siyasi teşekkülü olarak bu ruha angaje olarak, darbeyi önleyip, karanlığı yırtmaya "var mıdır yok mudur" göstermelidir.