Televizyonda, Akbelen’de ormanı korumak için bir hak arama eylemine dair haberi okuyan genç spiker kardeşimin ağzından şöyle bir cümle duydum:
"Aralarında avukatların da bulunduğu bazı eylemciler kelepçelenerek gözaltına alındılar. Üstelik ters kelepçe ile..."
Kahvaltımın en keyifli, üstelik "doruk" noktası kabul ettiğim, "finaldeki o son çay kaşığı dolusu vişne reçeli"ni ağzıma attığım sırada duydum bunu. Güleyim mi, yoksa bütün kahvaltı hazzını unutturacak biçimde "okkalı bir küfür" mü sallayayım, bilemedim.
Yani, kelepçeleme eylemi sanki "ters" değil de "düz" olsa, o kadar büyük bir sorun yok gibi algıladım bir an. Tabii ki, haberi yazan meslektaşım böyle bir maksatla yazmamıştı. Anlatmak istediği, "Hukuksuzluğun katmerlendirilmiş olması"ydı.
Ve maalesef, doğruydu...
Şöyle bir düşünün.
Aslında; bir toplumsal olayın tam göbeğinde bulunmayan, bir direnişte polis barikatında itiş kakışın tarafı olmayan, bir basın açıklaması için çıktığı meydanda TOMA’ların egzos gazına ve çığlık çığlığa siren sesine, tazyikli suyuna maruz kalmamış, bir çevreci dayanışmasında jandarmanın kalkanları ve copu ile tanışmamış olanlarımız bile aslında "ters kelepçeli" hissetmiyor muyuz?
Yani, muktedirin hoşuna gitmeyen bir haber yaptığı, bir yorumda bulunduğu için karakola, savcılığa ya da cezaevine götürülen gazeteciye - yazara takılı o kelepçenin soğuk ve haşin metal dokusunu siz de hissetmiyor musunuz, bileklerinizde?
Evlatlarının ve eşinin, muktedir partinin milletvekilinin adamları tarafından hunharca katledilmesini protesto etmek istediği için yıllardır itip kakılan bir ananın gırtlağına takılmak istenen "ters kelepçe"yi siz de her yutkunuşunuda hissetmiyor musunuz?
Galatasaray Meydanı’nda 20 senedir, tek mesajları "Evladımın/babamın/eşimin/kardeşimin en azından akıbetinden haber verin. Cesedini, kemiklerini teslim edin. Gidip başında bir dua okuyabileceğim bir mezarı olsun bari..." diye sevdiklerinin durumunu devletten soran Cumartesi Anneleri’ne uygulanan zulmün ve her defasında uygulanan ters kelepçelerin, bileklere "kan oturtan" hissini, siz de yaşamıyor musunuz?
Milletin oyları ile TBMM’ye seçilmiş bir Avukat Can’ın Anayasa Mahkemesi kararlarına, anayasanın amir hükmüne, yasa ve teamüllere, geçmiş uygulamalara aykırı olarak görevine başlatılmadan zindanda tutulmasının yarattığı zulmü, siz de iliklerinize kadar hissetmiyor musunuz?
FETÖ’cü yargı artığı uydurma iddianamelerle, hiçbir somut delile dayanmadan mahkum edilen ve haksız yere tutuklu olan Mücella'nın, Çiğdem’in, Tayfun’un, Osman'ın, Hakan'ın ve Mine'nin üzerine kapatılmış demir kapıların sesi, sizin de kulaklarınızın zarını patlatmıyor mu? Muhalif siyasi parti lideri Selahattin’in AİHM kararlarına rağmen "siyasi intikam uğruna" zindanda tutulması sizin de yüreğinizi sıkıştırmıyor mu?
Yine FETÖ’cü yargı artığı uyduruk "darbe" suçlamaları ile mahkum edilen 5 yaşlı ve hasta emekli generale, sadece ve sadece "siyasi hırs, hınç ve intikam" uğruna, "idam kararı alınmadan verilmiş bir idam cezası" infazı karşısında, siz de boyunlarınızda birer yağlı urgan hissetmiyor musunuz?
Merdan’ın, bir TV konuşmasında, üstelik de bağlamından kopartılarak, "sinsice bir kurgu ile iddianameye sokulan" ve aslında muktedir ile adamlarının daha önce defalarca sarfettiği sözler nedeniyle hapishanede tutulması, aslında hem ona hem de tüm eleştirel, muhalif medyaya topluca vurulmuş bir "pranga" değil mi?
Akaryakıta neredeyse her Allahın günü "kaktırılan" 2’şer, 3’er TL’lik "fiyat güncellemesi" ve bunun zincirleme etkisi ile iğneden ipliğe yapılan "müstehcen boyuttaki zamlar", dayanılmaz hale gelen ev kiraları, yaşam maliyetinin ulaştığı nokta, hepimizin ceplerine, cüzdanlarına toplumsal boyutta vurulmuş, kocaman bir "ters kelepçe" değil mi?
Yoksulluğun ve hatta açlık sınırının fersah fersah altına düşürülmüş emekçilerin, emeklilerin, semt pazarlarında alaca karanlıkta çürük çarık domates, biber, patlıcan ayıklaması, çocuklarına sokağa çıkarken 10 TL bile veremeyecek durumda kalmaları, torunlarına bir dondurma alırken bile bin kez düşünmek zorunda kalmaları karşısında hepimizin boğazlarına topluca birer düğüm atılmıyor mu?
Buna mukabil Saray ve avanesinin, üstelik bir üst paragraftaki insanların gırtlakları sıkılarak alınan vergiler ile yaşadıkları ballı hayat, pahalı ayrıcalıklar, 3, 5, 10 yerden aldıkları "cukkalı" maaşlar, adeta aşağılık ve pespaye bir porno film sahnesindeki "ters kelepçeleri" anımsatmıyor mu size?
Ülkemizin en güzide akademik kalelerinden biri olan Boğaziçi Üniversitesi’nin, "Yüksek tepelerden gelen bir emirle" adeta adım adım fethedilmek istenmesinin tezahürü olan "kayyum zulmü", sanatçıya, şarkıcıya, türkücüye, karikatüriste, ressama, besteciye, tiyatrocuya, sinemacıya uygulanan yasaklar hepimizin suratına "kezzap atılmış" gibi hissettirmiyor mu?
Hayatında tek bir sanat eserinden keyf aldığından, tek bir kaliteli sinema filmi izlediğinden, tek bir konsere gittiğinden bile emin olmadığımız üç beş çapsız kamu görevlisinin tek bir imzası ile uygulanan iptaller, hepimizin vicdanlarında birer "kara zincir şakırtısı" etkisi yapmıyor mu?
Memleketin dört bir yanından gelen, kadına dayak, taciz ve tecavüz haberleri, her ne hikmetse hep peş peşe "bilmem kaçıncı kattan düşüveren" kadınların yürek parçalayan öykülerinde bir "terslik", bir "kelepçe" hissi uyandırmıyor mu?
Sahi, bu zulüm rejimine karşı "ters"te duranlar, hep birlikte zaten "kelepçelenmiş" durumda değil miyiz?