Fikir ve zikir

Haber Tarihi: 24.10.2020

Pek “Derviş” tanımına uymasalar da herkes gibi iktidarı elinde tutanların “fikri neyse, zikri de aynı”.

Yani, zikir (söylem) kontrolden çıkmış biçimde nasıl bir uçtan bir uca gidip gidip geliyorsa, fikirler de öyle. Özetle, hem fikir hem de zikir “savrum savrum savrulmakta” (haydi bu deyim de Türkçeye armağanım olsun).

Bu fikri savrulmayı zaten, o siyasi hareketin en başındaki kişi, bizzat itiraf etmedi mi geçen gün?

“Fikri iktidarımızı tesis edemedik” deyiverdi, bir üniversitede yaptığı konuşmada. Bu, aslında belli bir fikir etrafında değil, çıkar etrafında, rant etrafında, günlük fırsatlar ve imkânlar etrafında politika belirleyen ve kendilerini “sanki, oturulup enine boyuna ölçüp biçilmiş bir fikrin savaşçıları gibi pazarlayan” bir siyasetin duvara toslamasının itirafıdır.

Malum cenahın sağlam bir ideolojik tabanı olaydı, tam olarak onun plan, program ve stratejileri istikametinde mücadele eder ve sözünü ettikleri “maddi ve fikri zemini” tesis edebilirlerdi. Oysa ki öyle bir zemin olmadığını, sadece hileli-hurdalı seçim ve referandumlarla iktidarda kalabilmenin, her biçimde yarattıkları kendi “zenginleri” aracılığı ile biriktirilen-bölüşülen rantı da iktidarda kalmanın bir aleti olarak kullandıklarını herkes biliyor artık.

Bu temelde bir iktidarın, klasik manada bir “fikri zemini” olabilir mi?

‘Sen kimsin?’ klibi

Hafta başında iktidar partisinin gençlik kolları tarafından yayımlanan bir “gaz verme” videosu da yukarıda tarif ettiğim bu savrukluğun somut ve dört dörtlük bir ifadesi değil mi?

“Sen Kimsin?” teması ile iktidar tabanında olduğunu varsaydıkları genç insan kitlesine, sözüm ona bir “aidiyet aşısı” yapmaya kalkıştılar. Ama aşının formülüne bakınca, o “savrum savrum savrulmuşluğun” izleri adeta “kör parmağım gözüne” açığa vuruyordu.

Bu ülkenin en yüce ve “düzeyine en erişilemez değeri” niteliğindeki devrimlerin altında imzası bulunan Mustafa Kemal ATATÜRK’ü yok saymalarını bir kenara koyuyorum. Zaten bırakınız sahiplenmeyi, kıyısından köşesinden dahi en ufak bir saygı göstermediklerini de bir an için önemsememeye çalışıyorum.

Ama Sahabe’den girip Necip Fazıl’dan çıkan, Menderes’ten girip 15 Temmuz şehitlerinden çıkan, Selahattin Eyyubi’den girip Kanuni’den çıkan, Erbakan’dan girip İstiklal Savaşı kahramanı Kara Fatma’dan çıkan bir “değerler dizini” ile ne anlatmaya çalıştıkları bile tam olarak anlaşılmıyor.

Oysaki “sen kimsin?” diye seslendikleri ve aslında bu “çorba”nın (torba) içinde eritmeye-öğütmeye çalıştıkları o cenahın alameti farikasını biz çok iyi biliyoruz.

Sen, kirli yatak odalarında ele geçen dolar, Avro dolu ayakkabı kutularısın.

Sen, çikolata kutuları içine dizilmiş yeşil banknotlarsın.

Sen, mahut “sıfırlama tapeleri”sin.

Sen, Sarraf’ın önüne yatansın, Zindaşti ile muhabbete girensin.

Sen, Pennsylvania’yı komşu kapısı haline getiren, Ağlak Sümüklü Vaiz’in terli atletine yüz süren, sonra da onca yılın “ahlaksız ve haince” muhabbetini bir kelamda inkâr edip, ona buna FETÖ çamuru atan, ikiyüzlü bir zihniyetin temsilcisisin.

Sen, temelinde ATATÜRK devrimleri, şehit kanları bulunan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin her bir odasının anahtarlarını Pennsylvania’lı alçağın satılık askerlerine teslim etmiş bir iradenin elemanısın.

Sen, dün terörist dediğin adamla Oslo masalarında, İmralı masalarında pazarlığa tutuşup, 5 çaylarında “kakara kikiri muhabbetler” edip, Kalaşnikovlu “heval”leri Habur’larda bando mızıka karşılayıp, “Megri megri ağlaşmaları” sergileyip, sonra o bölgenin insanları üzerine F-16’larla bombalar yağdıran, o “flört” yıllarını unutup, şimdi ise kendi dışındaki herkese “Apocu-terörist” yaftası yakıştırmaya kalkışansın.

Sen, tüyü bitmemiş yetimin rızkı ile milyon, milyar dolarlık otomobil ve uçak filoları kurarken, o yetimlere ve ailelerine 3 tane kıçı kırık cerrahi maskeyi (maliyeti belki de 5 kuruş) dağıtamayan bir hesap bilmezsin.

Sen, milletin küresel bir pandemiden kırım kırım kırılırken (geçtim koronayı) bir basit influenza (grip) aşısını bile alıp bütün vatandaşlarına parasız yaptırmaktan aciz bir iradesin.

Sen, ihalelerin, seçimlerin, sınavların, maçların ve hatta piyangoların bile güvenilir olmaktan çıktığı, her işin “İzmir işi torba”ya dönüştüğü bir sistemin müteahhidi, mühendisi, ustası, kalfasısın.

Sen, memleketi, Yedi Düvel’le kavgalı hale getirip, o da yetmemiş gibi şimdi de on yıllardır üzerine toz konduramadığın “Arap din kardeşlerinden” (Ümmet mi dedin?) küfür ve aşağılama işittirecek duruma getiren bir “sefil yalnızlık mabedi”nin mimarısın.

İşin gücün düşman yaratmak, yetmedi yeni yeni düşmanlar yaratmak ve kavgaya tutuşmak ve bunun hem millete hem de gelecek nesillere maliyetini düşünmeden o kavgayı büyütmek.

Fikir ile zikir aynı aslında.

Yurtta kavga cihanda kavga.

Yurtta başarısızlık, cihanda başarısızlık.

Sonra da video kliplerle “aman safları sıklaştıralım da eriyen oylarımızı seçimde biraz olsun toparlayalım” çabası. Buna bağlı olarak da rakibi nasıl böleriz, nasıl sakatlarız, nasıl birbirine düşürür ve içeriden zayıflatırız hamleleri.

E ama sen de haklısın.

O “rakipler” de durup durup kaşındıkça, sana o “asistleri” o canım “muz ortaları” verdikçe, gol fırsatlarını değerlendireceksin.

Siyaset, biraz da bunu becerebilme sanatıdır. 








ZAFER ARAPKİRLİ İsimli Yazarın Diğer Yazıları