Şu gerçeği hatırlatarak başlayayım:
Anayasalar, öyle sanıldığı gibi “uzlaşı metni, siyaset üstü, uhrevi, milleti belli bir amaç etrafında birleştiren, tartışılmaz doğruları alt alta madde madde sıralayan metinler” değildir.
Herhangi bir ülkenin anayasası, o ülkede hâkim rejimin teminatı, ideolojik ve sınıfsal tercihlerin ürünü, bir rejimin devamını güvence altına alan, başka bir ifade ile “rejimi koruyan” buram buram siyasi ve yanlı bir metindir.
Zaten o yüzdendir ki, darbe yapanlar önce fiilen yönetimi ele geçirir, mevcut yöneticilerle aleni ve muhtemel siyasi muarızlarını “enterne” eder, hemen ardından yeni bir anayasa yapmaya soyunurlar.
Rejimin karakteri ve ideolojisi, o rejimin devamını temin etmek amacıyla yaptığı-yapacağı anayasaya, ya da mevcut anayasada yapacağı değişikliklere büyük ölçüde yansır.
Bu, geçmiş anayasalar için de böyleydi, 2002 rejim değişikliği (AKP-FETÖ sivil darbesi) sonrası yapılan irili ufaklı değişikler için de böyleydi. En önemlisi de 2010 yılının 12 Eylül’ünde yapılan köklü ve “adalete-yargıya darbe” niteliğindeki değişiklikler için de böyleydi.
Kısacası “Batı destekli AKP-FETÖ ittifakının” Türkiye’ye 2002 Kasım’ından itibaren yerleştirmeye muvaffak olduğu “Yeni rejim”in de, kalıcı olabilmek adına böyle “rejim muhafızı bir anayasaya” ihtiyacı vardır.
Bu ihtiyacın, henüz (yönetenler açısından) tam olarak giderilemediği ortadadır. Bunun tamamlanması, (İngilizce’den ödünç bir tabirle), “İ’lerin üzerine noktaların ve T’lerin yatay çizgilerinin” konulması, dönem dönem yapılan hamlelerle gündeme getirilmektedir.
Şimdi, bu hamlelerden bir yenisi ile karşı karşıyayız.
∗∗∗
AKP’li ağızlar, en başta da “Rejimin Baş Kişisi” yani Şahsım’ın beyanlarında “Yeni ve sivil bir anayasa talebinden” söz edilerek şu vurgu yapılmaktadır:
“1982 Anayasası, 12 Eylül yönetiminin ülkenin kalbine sapladığı bir hançerdir (...) Yapılan değişikliklere rağmen halen darbe anayasası yürürlüktedir.”
Bu beyanın ilk kısmı hemfikiriz. Ama zaten 27 Mayıs 1960 askeri darbesi sonrası yaptırılan 1961 Anayasası’nın, dönemin şartlarına göre de, sonradan 1982’de yine askerlerin güdümünde hatırlatılan metinle kıyaslandığında da görece pek çok özgürlükçü unsur içerdiği de başka bir gerçektir.
Evet, darbeci 1980 askeri cunta rejimi, ülkenin bağrına “özgürlükler karşıtı hançerleri” saplamıştır.
Ancak, bugünkü rejimin temsilcilerinin “unutturmaya çalıştıkları” önemli bir, hatta birkaç noktayı atlamamak gerekir.
2002’den bu yana yapılan kozmetik değişiklikler ve 2010 referandumunda (AKP-FETÖ ittifakı) “yargıyı kayıtsız şartsız hâkimiyetleri altına almaya çalışırken” sundukları bir iki “şekerlemenin” haricinde, o özgürlük düşmanı anayasa hükümlerinden (hançerlerden) “doyasıya” yararlanmışlardır.
Dahası, bugünkü rejimin temsilcileri sahte bir dille “özgürlüklerin önünün daha da açılmasından” söz ederken, kafalarında pekâlâ “Toplumun belli bir kesiminin özgürlüklerini genişletmenin, başka bir kesimin de özgürlüklerini daha fazla – 1982’den de geriye götürecek mahiyette – boğazlamanın” bulunduğunu cümle âlem bilmektedir.
∗∗∗
Bunu söylemek, sadece benim gibi rejim karşıtı insanların “hasmane” haletiruhiyesinden kaynaklanmamakta, hayatın pratiğinde AKP (Şahsım) rejiminin özgürlükler ve adalet karşıtı uygulamaları, bizatihi bu zihniyetin 21 yıllık kanıtı olarak önümüzde durmaktadır.
Yeni yapmak istedikleri anayasada, “anayasa yapma tekniğine” taban tabana zıt yöntemleri uygulayacakları da geçmiş tecrübelerle sabittir. Kafalarında pekâlâ “İsteseniz de istemeseniz de, çatlasanız da patlasanız da” yönteminin olduğunu herkes bilmektedir. Bir önceki cümlede tırnak (“) içinde özellikle yazdığım ifadeler bizzat rejimin başkişisince defalarca kullanılmıştır.
Yazının en başında ifade ettiğim “Anayasalar, rejimlerin kendi düzenlerini güvence altına almayı amaçladıkları siyasi metinlerdir” gerçeği ile üst üste koyulduğunda, ne yapmak istedikleri ayan beyan ortadadır.
Cumhurbaşkanının (rejimin başkişisi) danışmanlarından, siyasi ve ideolojik geçmişi herkesçe malum olan bir danışman, zaten şu ifadelerle “ağızlarındaki baklayı, midelerindeki bağırsaklarındaki sancıyı” ortaya koymuştur bile:
“Anayasanın değiştirilmesi teklif edilemeyecek hükümlerinden söz ediliyor. Ama darbeciler geliyor değiştiriyor...”
Neymiş?
Tam da bizim dediğimize geliyor bu zat-ı muhteremin dedikleri.
Hâkim rejim (bu askeri darbeci de olur sivil darbeci de olur) isterse, değiştirilemeyecek bir hüküm yoktur.
∗∗∗
Ve... Gelelim zurnanın “zoooort” diye bağıracağı yere.
AKP rejiminin yeni bir anayasada asıl amaç ve hedeflerinden biri;
Hem zaten 2017 referandumu ile önemli ölçüde iğdiş ettikleri ve tarihe gömdükleri “Kuvvetler Ayrılığı” ilkesini ilelebet unutturacak ve yürütmeyi yani “şahsım makamını” kayıtsız şartsız daha da güçlü hale getirecek hükümlerdir. Bir başkasının da, laiklik denilen (kendilerince zararlı) kavramı da kuvvetler ayrılığının mezarına devirip, üzerini güçlü bir beton tabaka ile örtmek olduğunu yer gök bilmektedir.
Mevcut anayasanın içerdiği, “Örgütlenme, toplanma, gösteri, başvuru hakkı, adil yargılanma hakkı vs. on yıllar boyu mücadelelerle kazanılmış demokratik haklarını” zaten devlet sopası ile kullandırmayan AKP’nin, bunları bile çok gördüğü malumdur.
Elindeki atanmış-güdümlü yargı ile bu anayasal özgürlükleri kullandırmayan, seçilmiş bir milletvekilini bile “sevmediği için” zindanda tutabilen, AYM kararlarını tanımayan, içtihatları yırtıp atan, uluslararası bir sözleşmeden bile “Şahsım” imzası ile çekilebilen bir zihniyetten “daha özgürlükçü(!) bir anayasa” beklemek, tam bir “ham hayal”dir.