Çorlu'da 2018 tarihinde yaşanan, yakın tarihimizin en çok konuşulan toplu ulaşım katliamı ile ilgili dava, dün sonuçlandı.
Tarihi bir karar çıktı, mahkemeden.
6 yıla yakın bir süredir devam eden ve 20'nci duruşması görülen davada verilen hükümlerin ve 4 sanığın nihayet cezaevine koyulmasının tarihi anlam ve önemi, devletin kendi bünyesindeki görevlilere utanmazca uyguladığı, kronik ve süresiz "cezasızlık" anlayışının, bu çürük kültürün darbe olmasından kaynaklanıyor.
Zincirleme ihmaller, halkın sağlık ve güvenliğinin hiçe sayılması, toplu ulaştırmanın adeta "vatandaşa fazladan sağlanmış bir lütuf" gibi kabul edilmesi ve vatandaşın kendi cebinden ödediği parayla yapılan tesis ve alınan ulaşım araçlarının "minimum güvenlikten" bile yoksun olması, bu tür "kaza sayılamayacak, aslında taksir bile sayılmaması gereken olası kast" suçlarına neden olmaktadır.
2018'de Çorlu'da bakımsızlık nedeniyle menfezin çökmesi ve trenin 5 vagonunun devrilerek 7'si çocuk 25 yaşama mal olması, 325 kişinin de yaralanmasıyla sonuçlanan kıyım ve kırım, bunun en son örneklerinden biridir. Daha önce de karada, havada denizde çok sayıda bu tür olay yaşanmış, her defasında ya çok alt düzeyde sorumluların (şoför, makinist, bakım görevlisi vb.) cezalandırılmasıyla kamu otoritesi kendisini "temize çekmiştir"
∗∗∗
"Çorlu Toplu Ulaşım Katliamı davası"nın en önemli ve ayırt edici özelliği, bu kez mağdur yakınlarının, yanlarına hukuk insanlarını, medyayı ve kamuoyunu alarak; örgütlü, kararlı ve yılmaz bir mücadele içine girmiyor olmalarıdır.
Halen "Şanlı Gezi Direnişi" davasından, bundan tam 2 yıl önce hüküm giymiş olarak Silivri zindanında rehine tutulan sevgili dostum, abide hukukçu, Hatay Milletvekili Can Atalay başta olmak üzere, çok sayıda değerli avukat, bu meseleyi "Taksirle ölüme sebebiyet vermekten, olası kasıtla ölüme neden olmaya" çevirmeye çalışsa da, tam bir başarıya ulaşamamışlardır. Ama yine de, benim hatırladığım, ilk kez bu kadar çok sayıda kamu görevlisi, alt ve orta kademede yetkili konumdaki şahıslar, bu kadar ağır cezalara çarptırılmıştır.
Bu bile, önemli bir hukuki ve toplumsal kazanımdır.
"Toplumsal kazanım" diyorum, çünkü toplumun geniş bir dayanışmasını arkasına almayı başaran mağdurlar ve mağdur yakınları, bu dayanışma sayesinde adaletin (kısmen de olsa) tecelli etmesini nihayet sağlayabilmişlerdir.
Burada, Ana Muhalefet Partisi CHP'nin takdir edilecek alınacak ve her konuda devamını dilediğimiz çabaları da önemlidir. Bizzat Genel Başkan Özgür Özel'in, hüküm duruşması da dahil olmak üzere bazı duruşmalara katılması, yargı üzerinde önemli bir manevi etki sağlamıştır. Muhalefet partisi olmak, tam da budur.
Bunun, adalet bekleyen, hukukun zedelendiği ve ihmal edilmiş tüm davalara emsal teşkil etmesi ve yargıyı toplumsal baskı ile yüzyüze bırakmak çok önemlidir.
∗∗∗
Ancak dün, mahkeme önünde yapılan tüm konuşmalarda dile getirildiği üzere, Çorlu'da alınan bu tarihi kararın bir "sonuç" değil, tam tersine bir "başlangıç" kabul edilmesi çok hayati bir önem taşımaktadır.
Bundan böyle, kamunun ihmali ve hatasından dolayı yaşanan ve yaşanması muhtemel tüm benzer katliamlarda, sadece tren kazası, uçak kazası vb. değil, madenci katliamlarında, depremlerde, sel baskınlarında, terör olaylarında vb. zarar gören her bir vatandaşımızın elleri, devletin iki yakasına yapışıp, "en alttan en üste kadar, zincir içindeki müteselsil sorumluların" cezalandırılmasını talep etmek zorundayız.
TCDD'nin özelleştirilmesine karar verenler, bu nedenle toplu ulaşım sektörünün para ve ranta teslim olmasını, güvenliğin ikinci değil yirmi ikinci sıraya atılmasını beraberinde getiren politikaların mimarı her kimse, onlar da cezalandırılmalıdır.
Zamanın (uzun süre) Ulaştırma Bakanlığı yapan (Binali Yıldırım benzeri) isimleri, onların sicil amiri Başbakan ve Cumhurbaşkanları da dahil kimse rahat uyumamalıdır.
Yukarıda da belirttiğim tüm toplu ya da tek tek kıyım ve kırımların mağduru insanların canı o kadar "ucuz" sayılmamalı, devlet "devlet olmanın gereğini" yerine getirerek sorumluluk üstlenmelidir.
Bedel kime aitse, mutlaka ödemeli. ödetilmelidir.
Cezasızlık kültürüne
mutlaka son verilmelidir.
Kamu görevlisinin kasıt ya da ihmali sonucu işlenen tüm cinayetler, işkencede ölümler, toplumsal olaylarda zarar görenlerin hesabı "çatır çatır" ödetilmelidir.
Devlet denen aygıt, elemanını korumamalı, tam tersine hata yapanı yargıya teslim etmekte tereddüt etmemeli, ceza almasını sağlamalı, bu yolla da kendini ancak bu yolla "temize" alabileceğini bilmelidir.
Bunu başarabilmenin yolu da, aynı Çorlu yaptığımız gibi, "Birlik, mücadele ve dayanışma" içinde savaşmaktır.
1 Mayıs alanlarında zaten ezelden beri haykırdığımız şiar da budur.
Birlik içinde, barış ve emekten yana, adaletten şana herkesin dayanışması ile kazanamayacağımız hiçbir mücadele yoktur.
Bu 1 Mayıs da, bu yalın gerçeğin hatırlanması ve hatırlatılması için vesile olmalıdır.
Yaşasın 1 Mayıs!
"Yaşasın örgütlü mücadele, yaşasın dayanışma" diyerek, 1 Mayıs'ı Taksim meydanında kutlama talebimizi kabul ettirip hayata geçirerek bu yolda önemli bir adım atacağımıza inanıyorum.