Koronanın gör dediği

Haber Tarihi: 13.03.2020


Güzel atasözlerimiz vardır. Her duruma “cuk” diye oturan sözlerdir.

Mesela bunlardan biri: “Bir musibet bir nasihattan evladır.”

Diğeri de şöyledir: “Kul sıkışmayınca, Hızır yetişmez.”

Yeni koronavirüs ya da yeni tanımlanmış adıyla Covid-19’un yarattığı endişeyi ve (gazeteci kimliğimle kullanmayı genellikle pek tercih etmesem de) paniği bir yana koyuyorum. İşin tıbbi, biyolojik, psikolojik, sosyolojik, toplumsal vs. yanını yaygın biçimde tartışıyoruz zaten. Ama bütün bunların üzerinde ve aslında “asıl konuşmamız” gereken bir yönü var işin. O da, “Sağlık-Devlet-Toplum İlişkisi” başlığı ile özetlenebilir.

Lafı döndürmeden, kıvırmadan, eveleyip gevelemeden nereye bağlayacağımı, bu köşeyi ve benim sosyal medya paylaşımlarımı düzenli izleyenler anlamıştır.

Sağlık hizmeti, tüm dünya nüfusunun kayıtsız ve koşulsuz bedava erişimi olması gereken bir hizmettir. Hiçbir insanoğlu/kızı parası “olmadığı” için ya da parası “çıkışmadığı” için sağlık hizmet noktalarının (hastane, klinik, dispanser, revir, muayenehane) kapısından geri dönme vahşetini yaşamamalıdır.

“Vahşet” sözcüğünü özellikle kullanıyorum, çünkü bu durumun başka türlü tanımlanması mümkün değil. Başka hiçbir sıfat bunu, yani “paran yoksa öl” durumunu anlatamaz. Burada da geliyoruz “Vahşi Kapitalizm” sıfat tamlamasının anlamsızlığına.

Hep söyleyegeldiğim ve yazageldiğim bir şeydir: Kapitalizm, doğası gereği zaten vahşidir. O yüzden de “Vahşi Kapitalizm” tamlaması “ıslak su” ya da “sıcak ateş” veya “zalim faşizm” gibi gereksiz sözcük ısrafıdır.

Sağlığı, başka mal ve hizmetlerin yanına koyup, onlarla eş tutup insanları “piyasa koşullarına” terk etmek, vicdanı olan hiç kimsenin kabul edebileceği bir durum değildir. Gezegenin hemen her köşesinde “Land of The Free” yalanı ile pazarlanan “Amerikan Rüyası”nın ne denli utanmazca bir göz boyamaca olduğunun, bunun üzerinden de kapitalist ekonomilerde insan yaşamının “doğal seleksiyona” terk edilmesi anlamı geldiğinin en somut örneğidir. Mesela, aşısı bulunduğunda “zenginlerin ayakta kalacağı, yoksulların uzaktan baka baka cenaze kaldıracağı” bir düzenden mi söz ediyoruz? Maalesef tam da budur.

Bugünkü duruma, yani küresel bir “pandemi” boyutuna ulaşan koronavirüs olayına baktığımızda, insanların “piyasaya” terk edilmesinin akıldan bile geçirilmemesi gerektiği de ortadadır.

Nedir “pandemi”nin tanımı?

-  Nüfusun daha önce maruz kalmadığı bir hastalığın ortaya çıkışı,

- Hastalığa sebep olan etmenin insanlara bulaşması ve tehlikeli bir hastalığa yol açması,

- Hastalık etmeninin insanlar arasında kolayca ve devamlı olarak yayılması,

- Bunun en az bir kıta ya da kıtalar arasında hızla yayılmaya başlaması.

Böyle bir durumda, dünyanın tüm ülke yönetimleri, vatandaşların korunması amacıyla tüm kaynaklarını seferber etmeli, bunu da (yani hizmeti) kamu kaynakları üzerinden ücretsiz sağlamalıdır.

Bugün ABD’de en az 90 milyon insanın sağlık sigortası bulunmadığı ya da “gereken yeterli güvenceye” sahip olmadığı biliniyor. O zaman yukarıda zikrettiğim “Özgürlük” nerede kaldı?

Sosyalist modeli savunanlara tepeden bakarak “Ama o ülkelerde (misal SSCB, Çin, Arnavutluk, Küba) dükkâna gittiğin zaman raflarda tek tip sabun, tek tip şampuan varmış. İlkel görünümlü tek tip, tek model araba kullanıyorlarmış zavallılar…” diye adeta acıyarak söz eden “acınası beyinler”e bunu ısrarla anlatmak gerekiyor.

Başta sağlığın, sonra da en az onun kadar önemli olan temel ihtiyaçlar olan eğitim, temiz su, enerji, günümüzde internet gibi kalemlerin, “alınıp satılabilen ve herkese parası kadar arz olunan” şeyler olmaktan çıkarılmasına karşı çıkan varsa, lütfen sessizce kapıyı dışarıdan kapatıp çıksın.

Hiç kimsenin, kucağında acil servise koşturduğu evladının çaresinin bilmem kaç dolar ya da Avro olduğu iğrençliğini duyarak kapıdan dönmediği bir dünya diliyorum.

Korona ve kalabalıklar

Virüsün topraklarımıza da nihayet uğradığı gerçeğinin açıklandığı günden itibaren, alınacak önlemler tartışılıyor. İstanbul’da belediye, müze ziyaretlerini, bazı tiyatro oyunları ve konserleri durdurduğunu açıkladı. İsabet de etti. Ama aynı saatlerde örneğin Türkiye Futbol Federasyonu’nun maçları seyircisiz oynatmak gibi bir niyetinin olmadığı yolundaki açıklamasını da duydum. Sonradan bu karar düzeltildi ve seyircisiz maç kararı alındı. Bu da yerinde bir karardır. Çünkü, düşünsenize, bir gol olduğunda (ayıptır söylemesi kendimden biliyorum) hiç tanımadığı insanlarla sarmaş dolaş olup öpüşmesi olası 30-40 bin kişiden söz ediyoruz. O kadar bile olmasa, omuz omuza, göbek göbeğe, kalça kalçaya, sıkış tıkış maç izleyecek kalabalıklar, ciddi bir virüs yayılma riski taşıyan ortamlardır.

Lütfen bir kez daha düşünün.

Yapılan bilimsel araştırmalar şunu gösteriyor ki benzer salgın ya da pandemi durumlarında İngilizcede Social Distancing diye adlandırılan sosyal hayatta insanları biribirinden ayırma uygulaması, yani okul kapatma, stadyum kapatma gibi önlemler virüsün yayılmasını önemli ölçüde engelliyor. Hatta bu uygulamanın bir gün dahi önce yapılması yayılması yüzde 40 oranında frenliyor. Bir tek insanın bile hayatı önemliyken yüzde 40 oranından söz ediyoruz.

Kapitalimzin vahşeti zaman zaman bu gereklilikleri unutturabiliyor ama çok şükür bu kez öyle olmadı. Türkiye de dünya da aklı selimin yolunu seçiyor.

Yine diyeceksin ki “Sen de çok idoolocik bakıyorsun her şeye Arapkirli...” Ee öyle. Ne yapayım?

Hayat ideolojidir, affedersiniz.








ZAFER ARAPKİRLİ İsimli Yazarın Diğer Yazıları