"Ankara'da garip şeyler oluyor" diye söze başladı, dünkü yayınlar sırasında izlediğim bir meslektaşım.
Hayır arkadaş!
İtiraz ediyorum!
Ankara'da "garip şeyler" filan olmuyor.
Bence hep aynı ve "yanlış" şeyler oluyor.
Olup bitenleri de, "garip - marip" gibi gizemli ve merak uyandırıcı, esrarengiz sıfatlarla tanımlamaya çalışmak yerine, "yanlış" diyebilmek ve doğruyu aramak yeterli.
Bu ülkede demokrasiyi onarmak, onarmanın yollarından biri olarak halkın iktidarını (etnik kökenine, dinine, mezhebine vs. göre ayırmadan) tesis etmek için birlikte mücadele etmek varken, "Kürt sorunu, Laz sorunu, Arap sorunu, Çerkez sorunu, Arnavut sorunu, Alevi sorunu, Süryani sorunu..." gibi başlıklar açıp geçmişte yaptığımız hataların peşinden koşarsak bunu başaramayacağımızı hâlâ anlamak istemiyoruz.
Demokrasinin bu topraklarda hâkim kılınması halinde, herkesin özgürce hem milli - etnik - dini - mezhepsel kimliği ile var olabileceğini kabul etmeyenlerin, üstelik de bir yandan da bu konuyu bizzat faşistlerle el ele tutuşarak çözebileceğini sanmaları yüzünden bu hale geldiğimizi kavrayamıyoruz.
∗∗∗
1970'li yılların sonlarına doğru, devrimci mücadele içinde Kürt arkadaşlarla zaman zaman bu konuları tartışırken, şöyle suçlamalara muhatap olurduk:
"Siz, ezen ulus devrimcileri..."
Aynı, bugünkü hatalarının kökeni (ya da ruhu/esansı), o günlerdeki söylemlerinde de gizliydi o değerli kardeşlerimin.
Bu topraklarda Kürtleri ezen unsurun, "ezen bir ulus" olduğunu sanma yanılgısına düşüyorlardı. Oysa ki, "ezen bir faşist devlet aygıtının" bulunduğu ve "başka bir ulusun ya da o ulusal aidiyete sahip devrimcilerin kendilerini ezmediğini" kavrasalar işimizin ne kadar kolay olacağını ah bir bilselerdi. Bir bilseler.
Sokakta, (varsayalım ki) herkesin yakasında Türk ya da Kürt diye birer rozetle dolaştığı bir ortamda, her Türk'ün "Şunları bir güzel ezelim" diye, her Kürt'ün de "Lanet olsun bunlar bizi eziyorlar" diye dolaştığı "miti"dir bu düşüncenin kaynağı.
Bu toprakların aklı başında, ruhunu faşizme satmamış insanlarının yüzde 99 küsurunun böyle bir problemi olmadığını, kimsenin kimseden etnik - dini - mezhepsel aidiyeti nedeniyle nefret etmediğini bir türlü anlatamadık. Nefretin kaynağının, faşist rejimlerin (terör - merör bahanesiyle) şartlandırması olduğunu da.
Oysa ki, bu sanal fobilerden ve paranoyalardan arınmak bile çözüm için en önemli ve kocaman bir adım sayılmalıdır.
Şimdi, günümüzde olan bitene bakalım.
"Siz ezen ulus devrimcileri..." diye bizi küçümseyen ama belki de Devlet Bahçeli'nin uzattığı(!) eli tutmanın yararlı olabileceğini, çünkü sonucunda (onların tabiriyle) "Serok Apo"nun özgürlüğünün sağlanmasının çok önemli bir adım sayılması gerektiğini savunanlara ne demeli?
Kürt sorunu ya da adını ne koyarsanız koyun, bu sorunun var olabilmesinin en başta gelen sorumlularının, yani Türkiye'de bugünkü en temel yüz binlerce sorunun müsebbiplerinin, "Çözüm için en çok ve en samimi çabayı gösterebildiğine" inanmak neyin nesidir arkadaşlar?
Evet. "Ankara'da çok garip şeyler oluyor" diyen arkadaş, eğer bunu kastediyorsa, belki haklı olabilir. Gerçekten garip.
İşin latifesi - nüktesi bir yana, ortadaki gerçek meseleyi hepimizin kafa kafaya verip anlaması ve "kirli düzen denklemleri, partiler arası cilveleşmeler, yapay bir anayasa reformu mugalatası"nın dışına çıkarak bakmamız gerekiyor.
∗∗∗
Sorunumuz, hem de asla, bir saniye bile ertelenmeden çözülmesi gereken sorunumuz, bugünkü İslamo - Faşist rejimin yıkılmasıdır.
Sorunumuz, bu topraklarda demokrasinin sağlıklı bir şekilde, güçler ayrılığı ilkesinin gözetildiği bir ortamda tesis edilmesidir. Yargının bağımsız olduğu, parlamentonun halkın tüm kesimlerinin özgürce (hiçbir baraja ve kısıtlamaya tabi olmadan) temsil edildiği bir yere dönüşmesi, yürütmenin denetlenebildiği bir devlet yapısının oluşması, dördüncü kuvvet medyanın gerçekten özgürce faaliyet gösterebilmesi, vatandaşların kendini rahatça ifade edebilmesidir.
Bunların sağlanabildiği bir ülkede, (öncelik sıralaması olarak yazmıyorum) yokluğun, açlığın ve yoksulluğun ortadan kalktığı, etnik - dini - mezhepsel kimliklerin de özgürce yaşanabildiği, bunları savunanların kafadan "terörist" muamelesi görmeyecektir. O zaman bu ülke, fikrini açıklayanın, meşru bir gösteri yapanın üzerine polis - jandarma orduları ile gidilirken, gerçek teröristlerin (bkz. TUSAŞ saldırısı, Gar Katliamı) elini kolunu sallayarak oraya buraya saldırabildiği bir yer olmaktan çıkabilir.
Çözüm, sorunu yaratanların ve Kürt değil "K" harfinden bile nefret eden, elinde sürekli (Kürdün de Türkün de muhalifini oracıkta sallandırıvemenin hayali içinde) "yağlı urganla" dolaşanların eline sarılmakta değil, birbirimizin koluna girerek, bir an önce bir seçimle bu rejimi değiştirmektedir.
"Ezen ulus - ezilen ulus" değil, "Ezen faşist bir rejim" ile "Ezilen ve tüm kimliklerden ve kökenlerden oluşan mazlum, mağdur, IMF reçeteleri ile hırsız tufeyli sermaye kesimine ezdirilen halk kitleleri" söz konusudur.
Bunu anladığımız an "yırtarız"
Bunu hep birlikte, "Çözüm için kim ne öneriyorsa biz varız" gibi elinde salatalık, anında tuzluklara doğru koşuşturan ve rejimi sıkıştığı köşeden kurtarmak için adeta yemin etmiş ana muhalefet de dahil kavramanın zamanı gelmiş geçmektedir.
Geçmemelidir.