Bu kadarına râzıysan eğer...

Haber Tarihi: 09.08.2024

Ne güzel şarkıdır, “Begonvil”

Sezen Aksu’nun sözleri, Bülent Özdemir’in müziği ile dillerimize pelesenk olmuştur. Romantik bir sitemin, harf ve notalarla bu kadar dokunaklı ifade edildiği ender örneklerden biridir.

Nakaratın sonunda şöyle der Sezen:

“Bu Kadarına Razıysan, Yaşa Gitsin...”

Bu yazıyı yazarken de sonuna kadar açtım sesini, onu dinliyorum.

Geçen gün adam çıkmış televizyonda avazı çıktığı kadar bağırıyordu:

“Bir takım cibilliyetsizleeeer!..”

O rahatsız edici sesi de bastırır belki, diyerek.

Neymiş efendim? O’nun çok sevdiği ve ideolojik yoldaşlık içinde olduğu ve dünyaca terörist olarak tescillenmiş birini biz sevmiyormuşuz. Sadece biz değil, on milyonlarca kullanıcısı olan bir sosyal medya uygulamasının işletmecileri de sevmiyormuş. Hatta, o şahıs için tek başına “kafadan” ilan ettiği milli yas da eleştiriliyormuş. Bunun adı da “cibilliyetsizlikmiş”

Şimdi burada, “asıl cibilliyetsizlik...” diye başlayan milyonlarca maddeden oluşan bir liste yapmak mümkün de...

Yerimiz dar. Kısa bir liste de kesmez beni. Kalsın şimdilik.

Aynı günlerde, Anayasa Mahkemesi (AYM), ki kararlarının herkesi bağladığı Anayasa tarafından emrediliyor, Hatay Milletvekili Avukat Can Atalay’ın “hukuk darbecilerinin tüm söylemlerine ve yok hükmünde kararlarına rağmen” milletvekili unvanını koruduğuna hükmetti. Hem de 3’ncü kez bu yönde aldığı kararla. TBMM’nin “Milletvekilliğini düşürdük” kararının da yok hükmünde olduğunu söyledi.

Buna rağmen, Saray’ın bir “Uçuk” bürokratı “Anayasa Mahkemesi kim lan?.. Aldığı karar yok hükmündedir” gibilerden vızıldadı. Resmen şunu demiş oldu:

“Biz siyasi otorite olarak (kendisini Anayasa’nın ve AYM’nin üzerinde gördüğü yetmiyormuş gibi, seçilmiş bir siyasi yönetici gibi de görüyor) ne dersek o. Bizim dışımızda herkes yok hükmündedir”

Sonra da “Yahu sen bir bürokratsın. Hangi yetki ve cür’et ile böyle konuşabiliyorsun?” diyenlere cevaben, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde üst kademe yöneticiler, diğer kamu görevlilerinden farklıdırlar. Seçilmiş iradeye karşı tarafsız olmak gibi bir rolleri yoktur” deyiverdi.

Aslında (maalesef) doğruyu söylediğini o da biz de biliyoruz. Çünkü rejimin tam da “bu yönde” değiştiğini daha o günlerden, hattâ Anayasa değişiklik metni ortaya çıktığı andan itibaren söyleyegeldik.

Çünkü rejimi değiştirenler, o gün yapılan hileli referandumun sonucunu tescil edenler, “hayır” çıkmasına rağmen “evet” diye ilan edilmesine ses çıkarmayanlar, “Efendim sokakta silahlı insanlar var diye duyum aldık. Aman tatsızlık çıkmasın dedik. O yüzden halkımıza evinizden çıkmayın dedik. Başka çaremiz yoktu”cular.  Alayı bu sözleri duyunca ne hissettiler bilemiyorum.

Ama, ben ne hissettiğimi buraya yazarsam bu sütunun “tadı” kaçabilir.

Yine aynı günlerde TÜİK yöneticileri, aylık ve yıllık enflasyon oranlarını açıklarken 6,256 TL’lik ev kiralarından, 34 TL’lik doktor muayene ücretinden, litresi 116 TL’ye zeytinyağından filan söz ederek halkın anasına avradına söverken “öyle bir kaygı içinde” değiller.

Yıl olmuş 2024. Bütün dünya, ortak bilgi ve görüş değiş - tokuşu yaptıkları platformlar kurmuş. Siviller de, yönetimler de bu sistemi almış kabul etmiş, kullanmaya başlamış. Ticaret de, şahsi paylaşımlar da, siyasi propaganda da, deyim yerindeyse “Allah ne verdiyse” buralar üzerinden dönmeye devam ediyor. Ama Kuzey Kore’den Çin’e, İran’dan Rusya’ya bazı “örnek(!) demokrasi”lere özenen bizimkiler “Benim istemediğimi yazamazsın. Benim istediğim içeriği de çıkaramazsın” diye mızıkçılık edip, on milyonlarca insanın iletişimini engellemeye - yasaklamaya kalkışıyor. Bir de utanmadan (nasıl bir zeka düzeyiyse?) yasak süresince, kendileri VPN kullanıp kendi paylaşımlarını dolaşıma sokabiliyor, yüzsüzce ve arsızca!

Bu bizimkilerden bir tanesi de, sosyal medyayı “Şeytanın Merkezi” gibi sözlerle tarif edip, kendini ve savunduğu zihniyeti iyice rezil ve pespaye duruma sokuyor.

Buna bir şey derdim ama...

Anlamaz ki, gözündeki yasakçı faşist kara gözlüklerden okuyamaz, kulaklarındaki faşist tıkaçlardan ötürü duyamaz ki.

Tam bunlarla uğraşırken, üzerinden henüz 1,5 yıl ancak geçmiş olan “Yüzyılın en büyük deprem felaketinin” mağdurlarına ağır ve galiz hakaret niteliğinde mahkeme kararları peş peşpeşe gelmeye devam ediyor. “Kolon kesip dükkan yapan adamlar, yüksek sesli, iyi bağırmasıyla ünlü ‘celebrity’ avukatlar ve cömert ücretli bilirkişiler marifetiyle” aklanıyor. Mezarlarda yatan on binlerce masum deprem kurbanının anılarına adeta küfredercesine.

Koskoca bir devletin (“Cihan Devleti”ydi değil mi?) İçişleri Bakanı, daha “kendi adresine yasadışı göçmen kaydı yapıldığı” haberlerinin şokunu atlatamamışken, 700,000 civarında göçmenin “Adreslerinde bulunamadığını” açıklamaktan sıkılmıyor bile.

Halbuki sorsa, “Gelin yahu. Burada, benim evde saklanıyorlar. Zaten sınırdan da, içeri ben soktum alayını...” diyeceğim de. Sormuyor bir türlü.

Şimdi ben soruyorum, Sezen’in nefis mısraları ile:

Ey benim sevgili halkım.

“Bu kadarına râzı mısın?

Ama sadece sormuyorum

“Râzı olma!..” diyorum.

Kalk ayağa, itiraz et!.

Bu son şansın olabilir.

“Râzı olarak” kendine hakaret etme.

Aşağılama benliğini.

Lâyık değilsin bunlara.

Bu kadarına râzı olup da, “yaşama, gitmesin.”

Yazık!








ZAFER ARAPKİRLİ İsimli Yazarın Diğer Yazıları