‘Küfe’ meselesi

Haber Tarihi: 26.12.2022


Bizi şaşırtmadılar.

Sarı sendikacılar, yine yapacaklarını yaptılar. Milyonlarca emekçiyi "temsil" rolü oynarken, açlık sınırında bir asgari ücret miktarının deyim yerindeyse "bir tık üzerinde" bir seviyeyi "bir başarı - bir zafer" kabul etmeye hazır olduklarını en baştan ilan ederek, zaten "satışı" ağızlarından kaçırmışlardı.

Sonunda, açıklamadan bir gün önce "9,000 TL’lik bir kırmızı çizgi" açıklaması yaparak, işveren kesimi ve hükümet ittifakının, onun biraz altında bir noktaya çekeceğini de bile bile "kahramanlık rolü" oynayıp masadan kalktılar. Masayı oluşturan taraflardan "sadece birinin bulunmaması halinde" bile sürecin yasal - prosedürel olarak zarar görmeyeceğini bile bile, millete bu "artizlik" gösterisini yedireceklerini sandılar.

Sarı sendikacıların rolü bu şekilde sona ermişti. Emek düşmanı iktidarın, "doğal emek düşmanı" patronlarla el ele ve yalnız başlarına yaptıkları 8,500 TL’lik asgari ücret açıklaması da, böylelikle her yıl olduğu gibi "tatsız ve ucuz bir satış tiyatrosu" olarak sona erdi.

Ama ben en çok, bütün bu tiyatronun hemen bir gün öncesinde ve açıklamanın yapıldığı sırada Cumhurbaşkanı’nın kullandığı şu "küfe" sözcüğüne takıldım.

***

Ne demişti Çarşamba günü?

"Bizim sırtımızda küfe var. Sırtında küfe olmayanlar rahat konuşurlar..."

Dün de Külliye’de asgari ücreti açıklamadan önce, adeta mahcup bir "özür" görünümünde imkanlarını (hem kamunun hem de işverenlerin) imkânlarını savunurken bu "küfe" tabirini tekrarladı:

"Sırtında küfe olmayanlar atıyor. Devlet olarak sırtımızda devamlı küfe var..."

Burada durup, o "küfe"den neyi kastettiğini anlamaya çalışalım. Eğer AKP Genel Başkanı, 2002 yılından bu yana yapılan tüm seçimlerde iktidarı almak ve sürdürmek için vatandaştan talep ettiği "Sorun çözme yükümlülüğününü" kastediyorsa, o zaman kendisine şunu hatırlatmak gerek:

Siz, o küfeyi sırtlayıp yola çıkarken (ve 20 yıldır devam ederken) bir yandan da o küfenin yükünü hafifletme sözü vermiş sayılırsınız. Dolayısıyla, millete dönüp de o "küfenin ağır yükünden" şikayet etmeye hakkınız var mı? Üstüne üstlük, yarattığınız ve büyüttüğünüz her türlü ekonomik sorun ile, o yükün daha da ağırlaştığını bilecek kadar ekonomiyi bildiğinizi varsayıyoruz. O yük; enflasyon, işsizlik, eriyen TL değeri, piyasalardaki güvensizlik, dış borç, cari açık, dışa bağımlılık gibi verilere bağlı olarak sizin yüzünüzden artıyor. Yani bize dönüp de şikayet etmek, samimiyetsiz bir "ağlaşma" anlamına gelmiyor mu?

Ama eğer, bu "küfe" sözünü başka bir anlamda, yani "sorumlu olduğunuz kitleleri üzmemek" anlamında kullanıyorsanız, o zaman da biz şunu anlıyoruz:

Açıkladığınız (üzerinde tüm kesimlerce mutabakat sağladığınız değil) asgari ücrete bakılırsa, bu miktarı "işveren kesiminin zarar görmemesi" kriterine göre belirlediğiniz, yani "küfe" yükünden kastınızın, "işverenin yükü" olduğu anlaşılıyor.

Emek ve emekçi düşmanı, sermaye yanlısı - ortağı bir iktidardan da, zaten başkasını beklemezdik.

Peki ya, on milyonlarca emekçinin sırtındaki "küfe" ne olacak?

İçinizden, belki de bize duyurmadan ama yüreğinizden "avaz avaz" bağırırak "Canınız cehenneme! Sizin sırtınızdaki küfeden bana ne?" dediğinizi gayet iyi duyuyoruz.

***

Çocuğunun cebine okula giderken 10 TL bile koyamayan, sofrasına koyacağı peynir zeytin ve ekmeğin, artık "mikrogram" hesabını yapmaya başlayan, ayın 25’sini, 20’sini değil, 15’ini bile göremeyen, hattâ kirayı ödedikten sonra ayın 10’unu bile zor getiren emekçi kitlelerin sırtlarındaki "küfe" umurunuzda bile değil.

Zaten lüks makam arabalarının, lüks döşeli makam odalarının konforunda "hakaret düzeyinde" bir asgari ücreti saptayan ve milletle alay eder gibi açıklayan, iktidar ve işveren temsilcileri ile onlara "itiraz ediyor tiyatrosu oynayan" sarı sendikacılar, emekçilerin sırtındaki küfeyi ağırlaştıran yüklerin bizzat kendileridir.

İşte tam da bu noktada, bu ülkenin tüm emekçilerinin bu "yükü" daha iyi kavrayarak gitmeleri gerekiyor, yaklaşan seçime. Bir yandan, sırtlarındaki "küfe"yi, yani bu ağır ve ayıplı yükü ilk buldukları çöplüğe dökebilmek için, emeğine ve alınterine sahip çıkabilmek için, öncelikle "sınıf sendikacılığının" yararını artık fark etmeleri, yönetiminde kendilerinin olduğu sendikaları tercih etmeleri gerekiyor. Bir yandan da, emek düşmanı ve kitleleri açlığa mahkum eden bu iktidarı devirmek için, sandıkta "Yettiniz artık!" demenin gereğini. Bu asalak tufeyli tayfasının, bir daha bu ülkenin başına çöreklenebilme ihtimalinin bile kalmayacağı bir dönemin açılması için görev emekçi kitlelerde.

Örgütlü, daha iyi örgütlü biçimde sandığa giderken, bu talebi meydanlarda gümbür gümbür haykırmanın zamanı gelmiştir.








ZAFER ARAPKİRLİ İsimli Yazarın Diğer Yazıları