Geçen hafta Faruk Bildirici kardeşim de bu konuya (birkaç star gazeteci ya da sunucunun yüksek paralar almasına, gazetecilerin büyük çoğunluğunun asgari ücrete yakın düzeyde para kazanmasına, en kötüsü de gazetecilerin kendi haklarını arayamamaları, seslerini yükseltememeleri konusuna) değinen bir paylaşım yapmıştı.
Hem kamuoyunda hem de doğal olarak kendi sektörümüzde hemen her gün tartışılan bir mevzudur bu.
Önce, gelebilecek muhtemel tepkilere “peşin bir yanıt” olarak şunu yazmalıyım:
Hiçbir meslektaşımı, “Neden şu kadar (kimi zaman milyon TL ya da dolar seviyesinde) para alıyor? Patronları neden bu kadar para ödüyorlar?” diye eleştirmem. Helal-i hoş olsun. Herkes kendisinin o parayı, hattâ daha da fazlasını hak ettiğini düşünebilir. Çok açık söyleyeyim, ben de şahsen piyasada telaffuz edilen o sayıların kimi zaman 3 kimi zaman da 5 mislini hak ettiğime inanırım. (Keşke benim çalıştığım kurumların patronları da buna inansa ve istemeden ödese(ydi)
Mesele, kişi bazında kimin neyi hak ettiği meselesi değil. Ortada başka yanlışlar var. Onlara değinmek istiyorum.
1- Gazetecilerin kendilerini birer medya emekçisi, birer fikir işçisi, fikir ve haber üreten meslek erbabı olduğunu değil, özellikle TV’lerde (ve bir dönem gazete köşelerinde) İngilizce tabirle “Celebrity” olarak görüp, sahne – ekran yıldızı statüsünde insanlar oldukları imajı ile kişisel ücret pazarlığına girişmesi. Medya patronlarının da rating vs. dürtülerle, bu insanlara bu muameleyi yapıp o paraları ödemeyi kabullenmeleri.
2- Gazetecinin (ısrarla bu sıfatı kullanıyorum. Magazin – eğlence programı yapanları ayrı tutarım. Benim kastım sadece benim meslektaşlarım. Benimle aynı işi yapanlar) bu ücretleri kişisel pazarlıkla aldıkları halde, bunu kabullenmemeleri, savunulacak bir şeyse açıkça savunmamaları, bunun sakıncalarını hesaplayıp da ona göre davranmamaları, kendileri dışındaki meslektaşlarının haklarını umursamamaları.
3- Şunu diyorlar yani: “Ben kendi adıma pazarlığımı yaparım. Yapabilen yapsın. Alabilen alsın. Umurumda olmaz.” İyi de. O zaman sorulduğu zaman, niye yalanlıyorsunuz? Niye gülüp geçiyorsunuz? Niye boğuntuya getiriyorsunuz? Piyasa ekonomisini, kapitalist zihniyeti savunanları değil, “sol – mol – sosyal demokrat – sosyalist – halkçı vs.” iddiasında olanları kastediyorum. Çık savun. “Hak ediyorum. Patron da ödedi şu kadar. Herkesin alması için de mücadele ederim” desene.
4- Bu ücretleri ödeyen patronlar da, haliyle (adı üstünde patron - iş insanı) ticari bir hesap yaparak, ayırdığı belirli bir “istihdam bütçesi” üzerinden, o payı 2 ya da 3 kişiye ödeyip, geri kalan “kırıntıları” da ezici çoğunluğu oluşturan öteki çalışanlara ödüyor. Misal: Yıllık 15 milyon personele ayırıp, bunun 10’unu 3 kişiye, geri kalan 5’ini 100 kişiye ödersen, bu da ciddi bir haksızlık değil mi?
5- Bir başka sakınca da şu: Medyada yukarıda sözünü ettiğim o “celebrity”statüsündeki 5 – 10 isim üzerinden, sürekli ekranlarda görünen ve deneyimli – eski – bilinen (örneğin bendeniz) insanların “alayı” öyle paralara çalışıyormuş gibi bir algı oluşuyor. Bu da en fazla (örneğin) bizim gibi kiracı emekçilerle ev sahiplerimiz arasındaki ilişkiyi olumsuz etkileyebiliyor. Kira pazarlığında canımız yanıyor. Bir dükkana – restorona bile girdiğimizde ona göre “muamele” görüyoruz. Bana daha fazla anlattırmayın. Anladınız siz onu. “Abi, falanca genç oğlan ya da kız o kadar milyonu alıyorsa, bu bilmem kaç yıllık gazeteci kim bilir ne götürüyordur...” hesabı.
6- Medya, yaptığı iş itibarıyla bir kamu görevi olup, ticari ve maddi etkenlerden vareste, yani olumsuz etkilenmemesi gereken, aldığı (haklı ya da haksız maddi) ayrıcalığın, işine tesir etmemesi gereken bir alandır. Medya çalışanı – emekçisi de bunu hesap etmeli, patronları ile “bireysel” değil, toplu pazarlığı savunan bir anlayışta olmalıdır. Patronların da, (kimseyi zan altında bırakmak istemem ama) “önemli ekran yüzlerine ne kadar iyi imkan sağlarsam, benim sözümden o kadar daha az çıkabilir” zihniyetinde olmasına olanak vermemelidir.
7- Bu amaçla, medyada sendikal hareketin daha etkili ve örgütlü olması hepimizin amacı olmalıdır. Toplu pazarlık, emekçinin hep birlikte savunması gereken bir şiar olmalıdır. Bağımsız, kamu yararına gazetecilik için bu şarttır.
8- Tabii ki, hepimiz yaptığımız işin önemi ve üstlendiğimiz “kamusal sorumluluğun” oranında insanca yaşayabilecek (açlık değil, yoksulluk sınırının çok üzerinde ve kalitemiz ve kıdemimizle uyumlu) ücretler almalıyız. Patronlar da istihdam bütçelerini buna yönelik planlamalılar. Ekran yüzleri ve “celebrity” şahsiyetler ile, ekran arkasında en az ötekiler (kimi zaman daha fazla) kadar fedakârlık ve alın teri ile çalışanlar arasında astronomik uçurumlara varan haksızlıklar olmamalıdır.
Yukarıda da değindiğim gibi, “Bilmem kaç milyonluk arkadaşlar”ın bir kuruşunda gözüm olmadan, her bir kuruşunu afiyetle yemeleri dileğiyle yazdım bunları.
Gözümüz yok. Ama herkesin karnı doysun. “Ben” değil “biz” diye bakmayı herkes bilsin saiki ile yazdım.
Sahne yıldızı değil, gazeteci, bağımsızlığını sonuna kadar gözeten, “aldığı milyonun – milyarın altında ezilmeyecek” anlayışla çalışabilelim diye.
Kimse yanlış anlamasın.
Kimse karnından konuşmasın.
Herkes benim yazdığım kadar açık konuşsun diye.