Büyük Buhran sonrası Avrupa’da sert liderlikler rağbet gördü. Bu liderler demokrasi ile gelip zamanla diktatörlüğe dönüştü. Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini, İspanya’da Franco....
Sorumuz şu: Gelir dağılımı çok bozulduğunda toplumların akıl sağlığı da bozuluyor mu? Fakirlik arttıkça seçim tercihleri radikalleşiyor mu?
Açıkçası bilemiyorum ama bu konuda bir akademik çalışma olursa (veya varsa) çok önemli olacaktır.
***
Neo-Liberalizmin temeli “girişimciyi destekle ki iş yeri açıp istihdamı artırsın” anlayışına dayalıydı. Biz buna kısaca ‘arz iktisadı’ diyoruz. Ama 80’lerde Reagenizm ve Thatcherizm ile filiz bulan bu anlayış ilerleyen yıllarda özellikle finansallaşma ile gelir dağılımını beklentinin ötesinde bozdu.
Krugman 50’lerde 60’larda ABD’de bir çalışanın gelirinden asgari harcamayı çıkarttığında 10 yıl içinde bir ev ve bir araba satın alabildiğini söylüyor. Bugün Türkiye’de bir çalışanın açlık sınırı haricinde sadece ev alma süresi 53 yıldır. Ortalama çalışma hayatı 40 yıl olduğunda bu süre bir toplum için yaşanmaz bir hayat demektir.
Türkiye’de çalışarak varlık edinme dönemi bitmiştir.
Benzer durum daha sınırlı olarak ABD’de olsun AB’de olsun Batı ülkelerinde de yaşanıyor. Artık bir ev ve araba alma süresi 30 yıl civarı gibi bir sürede hesaplanıyor.
Ülkelerin geliri artıyor ama kişilerin geliri artmıyor.
Neo-Liberalizmin tıkandığı nokta tam da burası.
Waren Buffet özelinde başlayıp bir çok finansallaşmış zengin kendilerinden daha yüksek vergi alınmasını öneriyor. “Sekreterim benden daha yüksek vergi ödüyor” demişti Buffet...
Adaletsizlik ve gelir dağılımı bozukluğu bütün Dünya’da had safhada.
***
Peki bu ortamda toplumlar nasıl karar veriyor?
Mesela İngiltere’de Brexit pişmanlığı yüzde 56’lara ulaşmış. İngilizler “Yalanlarla kandırıldık” diyorlar... Brexit’in temeli Türkiye’den gidecek mültecilerin AB üzerinden İngiltere’yi işgal edeceğine dayalıydı. Brexit’in bir yalan olduğunu anlatmaya çalışan Milletvekili Jo Cox konuşma yapmaya giderken öldürülmüştü.
Yalanı savunmak adına ülkeyi yıktıklarının farkına yıllar sonra vardılar...
Yalanlara karşı duruş bu tür ortamlarda çok zordur. Ama zamanla o yalanlara karşı duranların kahramanlığı anlaşılıyor ve kulaktan kulağa anlatılıyor. Böyle bir çelişki işte...
Venezuela mesela... Chavez ile başlayıp Maduro ile süren baskıcı liderliklerden artık pişmanlık bile fayda etmiyor. Çünkü demokrasi ile demokrasinin önü kapatıldı orada...
Polonya’ya bakın... Muhalif liderin önü yargı eliyle siyasi yasak getirilerek kapatılmaya çalışılıyor. Macaristan ise Orban sayesinde ailenin ahlak yapısını ve ülkenin temel değerlerini koruduğunu sanıyor.
İsrail’de Netenyahu yargıyı liderliğini pekiştirecek şekilde dizayn etmeye çalışıyor. Ne var ki sokak buna izin vermedi. Demek ki demokrasi sadece sandıktan ibaret değilmiş...(RTE)
Brezilya zar zor Bolsonaro’yu yollayabildi. Oysa orada da baskıcı yönetim ABD karşıtlığı üzerinden şekillenirken sandıktan çıkamayan Bolsonaro soluğu ABD’de bir tavukçuda almıştı. Ne yaman çelişki demeyin... Çünkü bu dönem yalanların siyasette hüküm sürdüğü bir dönem.
29 Buhranı sonrası oluşan diktatörlüklerin tamamı YALAN üzerine kurulu iken bugünlerde de otokratik yönetimlerin tüm söylemleri nerede ise YALAN üzerin kuruluyor.
Gelir dağılımı bozulup fakirlik arttıkça GERÇEKLER hükmünü kaybediyor ve YALANLAR toplumun daha fazla ilgisini çekiyor.
Çok ilginç bir durum.
**
Lakin mesele sadece bu durum değil.
Diğer açıdan yayılımcı demokrasi, yani merkezileşmemiş demokrasiler bu süreçleri daha hafif atlatırken merkezileşmiş demokrasilerde (Başkanlık Sistemlerinde) bu dönemde bir liderlik sorunu yaşanıyor.
Mesela ABD’de Biden hala en güçlü aday olarak görülüyor. Kendi partisinden rakibi ise adeta Komplo’cu biri...
Cumhuriyetçiler ise hala Trump üzerinden yola devam ediyorlar.
Daha 10 yıl önce Obama gibi bir tercihte bulunan ABD Halkı neden bu lider sıkışmışlığı yaşıyor? Trump ile topluma bulaşan fikir mikrobu neydi?
Neden realist liderler ve genç liderlik öne çıkamıyor?
Benzer süreçler AB ülkelerinde de yaşanıyor. İtalya’da radikal sağa kayış neredeyse hiç hız kesmiyor.
***
İYİ Parti’den Musavvat Dervişoğlu’nun İsmail Saymaz’a verdiği cevap çok ilginçti: Seçimi neden kaybettik diye düşünürken en büyük hatamızı söyleyeyim diyor: “Ahlaksız siyaset karşısında ahlaklı duruşun kazanacağını sandık... Yanıldık