Erdoğan’ın “hata oldu” diye düşündüğü konu, Cumhurbaşkanı seçiminde yüzde 50 + 1 oy şartının Anayasa’ya konmasıymış. Cumhurbaşkanı’nın anladığı şey “hatası” değil, önümüzdeki seçimi kaybetme ihtimalinin çok yüksek olduğunu görmesi!
Sonunda Recep Tayyip Erdoğan’ın da hata yapabileceğini öğrenmiş olduk.
Meğerse Anayasa değişikliği sırasında “hata” yapmış!
Ben çok hata yaptığını zaten biliyordum, sıkça da yazıyorum; Erdoğan’ın müktesebatı her konuyu çok iyi bilebilmesine müsait değil.
Etrafındaki “evet efendimciler” yüzünden hatalı kararlarından geri dönebilmesi de mümkün olmuyor; bu da tek adam olma hevesinin bir maliyeti elbette.
Erdoğan’ın “hata oldu” diye düşündüğü konu, Cumhurbaşkanı seçiminde yüzde 50 + 1 oy şartının Anayasa’ya konmasıymış.
Oysa milleti bu Anayasa değişikliği için kandırma günlerinde öne sürdüğü gerekçelerden biri de bu değil miydi?
Yüzde 50 + 1 oy ile seçilmenin faziletlerini meydanlarda anlattığını ben gayet iyi hatırlıyorum.
Şimdi hatasını anlamış olmasının nedeni, aslına bakarsanız anladığı şeyin “hatası” olması değil.
Tuhaf bir cümle oldu farkındayım ama tuhaflık benim Türkçemde değil, Erdoğan’ın zihni süreçlerinde.
Çünkü Cumhurbaşkanı’nın anladığı şey “hatası” değil, önümüzdeki seçimi kaybetme ihtimalinin çok yüksek olduğunu görmesi!
Dünyanın her yerindeki başkanlık rejimlerinde, yürütme gücünü tek başına kullanacak başkan seçiminin iki turlu olmasının nedeni de bu.
Birinci turda yüzde 50 + 1’in bulunabilmesinin zorluğu bilindiği için bu tür seçimler iki turlu yapılıyor.
İlk turda en çok oyu alan iki adaydan biri, ikinci turda her sonuçta yüzde 50 + 1’i bulabiliyor çünkü.
Erdoğan, geçen seçimde ilk turda oyların yüzde 52,59’unu alarak seçilmişti.
Bu seçimde ilk turda böyle bir oy alamayacağını görüyor. Bütün araştırmaların gösterdiği bu.
İkinci tura kalmak da onun için karizmanın çizilmesi anlamına geliyor.
Bütün meselesi bu.
Bu saatten sonra Anayasa’da bu yönde bir değişiklik yapılması mümkün olmayacağına göre, şimdi durduk yerde bu niye gündeme geldi diye de düşünmek lazım.
Erdoğan’ın mağlubiyeti kolayca içine sindirip, kenara çekilebileceğini düşünmek büyük bir hata olur.
********
Keşke denize kıyıları olsaydı!
Geçen gün Yassıada’da toplanan Türk Devletleri Teşkilatı’nın bir de Aksakallar Konseyi varmış, bunu yeni öğrendim.
O konseye Türkiye Aksakallısı olarak eski Başbakan Binali Yıldırım’ın tayin edildiğini de Cumhurbaşkanı’nın açıklamasından öğrendim.
Binali Bey’in sakalı yok gerçi ama dert değil; “aksakallı” olmak için ne sakalınızın olması ne de bunun “ağarmış olması” gerekiyor.
“Aksakallı”, Türk halk kültüründe “görmüş geçirmiş, bilgili, bilge insan” anlamına geliyor.
Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra “ata yurdumuz nasılmış” diye görmek için arkadaşım Ferit Özkaşıkçı ile yollara düşmüştük. Bu kavramla Kırgızistan’da tanıştık.
Hatta orada bir yayınevi bile kurduk; sonra Rus krizinde battık, orası ayrı konu.
“Aksakal” kavramı Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan gibi ülkeler de var.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediğine göre Binali Bey, Türkiye Aksakalı olarak Konsey’in çalışmalarında bilgisi ve deneyimi ile çok katkıda bulunacakmış.
Bunu okuyunca biraz hayıflandığımı söylemeliyim.
Neden derseniz; Binali Bey’in asıl bilgili olduğu alanda yeteneklerini sergileyeceği bir ortamı Orta Asya ülkelerinde yaratabilmek mümkün değil.
Bir kere denize kıyıları yok.
Hazar Denizi var ama o da deniz sayılmaz, bildiğin göl işte.
Oysa denize kıyıları olsaydı, Binali Bey, çocuklarını nasıl iyi bir armatör olarak yetiştirdiyse, bu ülkelerde de en az birer armatör yaratabilirdi.
Hatta böylece Türk Devletler Topluluğu, bütün deniz ticaretinde söz sahibi olacak kadar çok gemiye sahip olabilirdi.
Yazık oldu!
Coğrafya, bir büyük fırsatı kullanmamıza engel oldu.
*******
Mizah duygusu gitmiş, vicdan da yok!
Bir kamu bankasında yönetici olarak çalışan 26 yıllık bir bankacı, sosyal medyada La Casa De Papel isimli diziden ilham alarak “La Kasa Da Para Yok” görselini WhatsApp grubunda paylaşınca işinden atıldı.
Bankacının iş akdinin fesih gerekçesi şöyle:
“Türkiye Cumhuriyeti ekonomisi ve yönetimini küçük düşürücü, rencide edici paylaşımlarda bulunmak.”
Bu yazıyı yazdığım sırada 1 ABD Doları alabilmek için 10,0230 TL vermek gerekiyordu.
Euro için de 11,4790 TL.
Net asgari ücret 281 Dolara düşmüştü.
Bu durumun sorumlusu Türkiye Cumhuriyeti ekonomisini yönetenler değil mi? Onlar cebimdeki paranın değerini düşürürken bir şey olmuyor da bu durumu eleştirirken mi küçük düşüyorlar?
Ve anlıyoruz ki Türkiye’nin ekonomi yönetimi incinmeye son derece açık, naif insanlardan oluşuyor.
Şakayla karışık bir eleştiriden bile incinebiliyorlar; ah kıyamam!
Bu tür şeyler demokrasilerde normal karşılanır.
Ekonomiyi yönetiyorsanız elbette gülmeniz gerekmez ama sinirlenip, bir vatandaşı işinden etmek de ne demek oluyor?
Mizah duygunuzu yitirmişsiniz bu anlaşılıyor; vicdanınızı da mı kaybettiniz bu arada?