Ya Cumhurbaşkanı tarihten çıkarması gereken dersi çıkarmadı ya da göreve getirdiği kişilerin kendilerini bağlı hissettikleri otorite Cumhurbaşkanı değil, tarikatlar
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, bakanlığının tarikat ve cemaatlerle iş birliği yapmaya devam edeceğini söyledi.
Bakan'ın bu tavrı şaşırtıcı değil.
O koltukta oturuyor olmasını büyük olasılıkla bu tür ilişkileri zamanında iyi kurabilmiş olmasına borçlu.
Geçmişte, tıpkı Cumhurbaşkanı gibi "aynı menzili maksuda yürüdüğünü" düşündüğü tiplerle iş tutmuşluğu iddiaları da var ama bunun artık bir önemi yok. Malum "milat" meselesi!
Milli Eğitim Bakanı, bakanlığın bazı görevlerini "protokol" dediği anlaşmalar aracılığıyla bazı tarikatlara devretmesiyle ilgili eleştirileri TBMM'de yanıtladı.
Bunu yaparken kullandığı üslup, öğrencilere örnek olarak gösterilebilecek bir üslup değil.
Hâlâ varlar mı bilmiyorum ama bizim çocukluğumuzda "bohçacı" denilen mesleğe mensup, kapı kapı dolaşıp ıvır zıvır satan kadınlar vardı. Bunlar aralarındaki rekabet nedeniyle sıkça anlaşmazlığa düşüp sokak ortasında birbirlerine laf saydırırlardı.
Bakan'ın konuşmasını okurken böyle nostaljik bir esinti hissettim. Şöyle diyor:
"Protokol yaptığımız bu sivil toplum örgütleri sizin çocukları dağa çıkarmanıza engel olduğu için çatlıyorsunuz. Ben STK'larla protokol imzalamaya devam edeceğim. Çocuklarımın dağa çıkmaması için sizin insan kaynağınıza insan yetiştirmemek için buna devam edeceğim."
Bakan'ın protokol imzaladığı cemaat ve tarikatların böyle bir işlevi yok, gözümüzün içine baka baka uyduruyor!
Bu tarikat ve cemaatlerin tek hedefi var, kendilerine mürit kazanmak. Mürit sayısı ne kadar artarsa, gelir de ona göre artıyor.
Ve artık biliyoruz ki bu tarikat ehlinin sadakati devlete değil, öncelikle tarikatın şeyhine, imamına!
Vaktiyle böyle uyarılar karşısında kulaklarını kapayıp, cemaatçilere ne istedilerse vermeyi marifet sayan Cumhurbaşkanı iş işten geçtikten sonra ne demişti, hatırlayalım:
"Allah dedikleri için müsamaha gösterdik, dedik ki 'bir ortak yanımız vardır.' Ama inanın bana, aynı menzile giden farklı yollardan biri olarak gördüğümüz bu yapının, aslında bambaşka niyetlerin, sinsi hesapların aleti, aracı, örtüsü olduğunu uzun süre görmedik, göremedik."
Oysa görülmeyecek bir şey değildi bu. Benim görüp yazdığımı, devletin bütün imkânlarına sahip olan Cumhurbaşkanı (o tarihte Başbakan idi) nasıl olup da görememişti?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, önce MİT Müsteşarı'nın soruşturulması, ardından 17 – 25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonu ve son olarak da 15 Temmuz darbe girişimiyle gözünü açabilmişti.
Öyle görünüyor ki aradan geçen bunca zamana rağmen AKP'de aynı alışkanlık sürüyor.
Tarikat ve cemaatlere, "Allah dedikleri için müsamaha gösteriliyor."
Tolga Şardan, 12 Aralık günü T24'te yayımlanan yazısında Menzilciler denilen tarikatın bürokraside ve özellikle de İçişleri Bakanlığı'na bağlı kurumların içinde nasıl örgütlendiğine dikkat çekiyordu.
Aynı uyarılar Sağlık Bakanlığı'ndan, Millî Eğitim Bakanlığı'ndan da geliyor, ancak gördüğünüz gibi bu uyarıları yapanlara verilen yanıt "çatlasanız da patlasanız da bu ilişkiye devam edeceğiz" şeklinde.
Unutmayalım ki bu tarikatların ve cemaatlerin mensupları, şeyhlerinden başka bir güç tanımıyorlar.
Düşünün ki, kamuoyuna yansıyan bir videoda, şeyh camiye girdiğinde köpek gibi havlamak suretiyle bağlılıklarını belli etme çabası içinde olan bir gruba bile tanık olmuştuk.
Şeyhin bir hareketiyle depremi batıdan doğuya gönderebileceğine bile inanıyorlar.
Şeyh, ağzından çıkan her sözün bir kerameti olduğuna inanan müritleri, istediği gibi yönlendirip, yönetebiliyor.
Kamuoyu ve mahkemelere yansıyan, kitaplara konu olan kimi 'şeyh' rezaletlerini ise burada hatırlatmaya dilim varmıyor.
Ve Millî Eğitim Bakanlığı bunlardan hiç haberi yokmuş gibi kanunun kendisine verdiği bazı görevleri protokoller yoluyla bu cemaat ve tarikatlara devretmeyi marifet yapmış gibi anlatabiliyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, darbe girişiminin hemen ardından 3 Ağustos 2016 tarihinde düzenlenen Olağanüstü Din Şûrası'nda "Mümin bir sokulduğu delikten bir daha sokulmaz" derken, artık bu tür cemaat – tarikat tuzaklarına düşmeyeceğini anlatıyordu.
Bu gelişmeleri gördükten sonra düşünmeden edemiyorum: Ya Cumhurbaşkanı tarihten çıkarması gereken dersi çıkarmadı ya da göreve getirdiği kişilerin kendilerini bağlı hissettikleri otorite Cumhurbaşkanı değil, tarikatlar.
Fetullahçı çetenin marifetleri ile ilgili uyarılarımıza kulaklarını tıkayanların Türkiye'yi nereye getirdiği ortada.
Milli Eğitim Bakanı'nın tarikat ve cemaat sevdasını açıklaması vesilesiyle bir kez daha uyarayım:
Aynı delikten tekrar tekrar sokulmaya doyamadınız mı?
********
Uçtu uçtu ekonomi uçtu!
Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan, eski Hürriyet'in logosunu kullanan gazeteye demeç verdi.
Demecini okuyunca anladık ki Türkiye'de ev kiraları uçmuş gidiyormuş. Apartman görevlisinin yaptığı piyasa araştırmalarından da öğrendik ki fiyatlar da artıyormuş!
Bunları öğrendiğimiz iyi oldu diye düşündüm.
Erkan, Merkez Bankası Başkanlığı'na getirilirken Cumhurbaşkanı Erdoğan ile bütün detayları konuştuğunu da söyledi.
Aferin, iş görüşmesi zaten böyle olmalı; açıkta, muallakta konu kalırsa, patron ile çalışan arasında her zaman sorun çıkar çünkü. Şirketlerin insan kaynakları birimleri bunu kulaklarına küpe yapsınlar.
Hafize Hanım, bu süreci şöyle anlatıyor:
"Atanma sürecinde genel olarak bütün detayları konuştuk Cumhurbaşkanımızla. Neyi nasıl gördüğümüzü, neler yapmamız gerektiğini, faiz piyasasına nasıl baktığımızı, sürecin nasıl işleyeceğini uygun gördüğümüzü... Benim burada en büyük hedefim de olayın paydaşlarının bir sürpriz yaşamaması. Cumhurbaşkanımız ile bilgilendirme toplantılarımız da oluyor. Kendisine 'Bize üç alan söyleyin, biz şahlandıralım. Sizin stratejik gördüğünüz nasıl savunma sanayiinde önümüzü açtınız, stratejik gördüğünüz alanları söyleyin, destekleyelim' dedim."
Haliyle kafam karıştı bu sözleri okuyunca.
SBF'de 'Para Banka' dersinde aldığım not 10 üzerinden 7,5 idi. Bizim okuduğumuz yıllar için kötü sayılmazdı ama parlak bir öğrenci olduğum anlamına da gelmiyor bu not.
Onun için geri dönüp, Merkez Bankası Başkanı'na kanunla verilen görevleri tekrar okudum.
Bankanın temel amacı benim zamanımdan beri değişmemiş: Fiyat istikrarını sağlamak! Bu amaçla para politikası araçlarını kullanmak.
Geçici likidite sıkışıklığı filan olursa ya da finansal piyasalar etkin çalışmazsa bu sorunları çözmek. Altın ve döviz rezervini yönetmek.
Aradım taradım, Merkez Bankası Başkanı'nın "seçilmiş üç alanda ekonomiyi uçurmak" gibi bir görevi yok. Görev verilmediği için bu konularda yapmak istediği işleri yapabilmesine olanak sağlayacak yetkileri de yok hâliyle.
Kafam karıştı doğrusunu isterseniz. Hafize Hanım Merkez Bankası'nı mı yönetiyor, yoksa artık Ekonomi Bakanlığı da ondan mı soruluyor?