AİHM kararlarının da desteklediği gibi ceza tehdidinin varlığı, özgür basın faaliyetinin engellenmesi demek
Cumhurbaşkanlığı'nın yargıda yaşananlarla ilgili olarak MİT'ten rapor istediği yönündeki haberi nedeniyle tutuklanan arkadaşımız Tolga Şardan, itiraz üzerine tahliye edildi ve Ankara'ya görevinin başına döndü.
Tolga'nın tahliyesine karar veren mahkeme "yurt dışına çıkış yasağı" koydu.
Buna neden gerek gördüler bilmiyorum.
Tolga'nın yurt dışına kaçmasını gerektirecek bir suç işlemediğini, tutuklama isteyen savcı ve hâkim de dahil herkes biliyor.
Tutuklanmasına gerekçe gösterilen "dezenformasyon kanunu", suçun gerçekleşmiş olması için nelerin gerektiğini belirtmiş.
Haberin tek amacı halk arasında endişe ve panik yaratmak olmalıydı ki bu haberden endişe duyması gerekenler, hukuk dışına çıkan adliye görevlilerinden başkası olamaz.
Halkımız bu nedenle endişe duymaz hatta "Adliye pisliklerden temizlenecek" diye mutlu da olur.
Öte yandan bir başka gerçek var ki o da bu kanun çıkarken hedefin gazeteciler değil, "organize olmuş bot hesaplarla yayılan gerçek dışı bilgiler" olacağı söylenmişti.
Ne Tolga'nın yazdığı haber ne de yine aynı kanun gerekçe gösterilerek gözaltına alınan diğer gazetecilerin haberleri bu gerekçeyle ilişkilendirilebilecek haberler.
Tolga'nın tutukluluk halinin kaldırılması ve diğer meslektaşlarımız hakkında tutuklama kararlarının verilmemiş olması, Adliye'nin bu hatalı yorumdan döndüğünü gösteren bir işarettir diye ümit ediyorum.
Ve umuyorum ki Anayasa mahkemesi, halkın haber alma hakkını açıkça engelleyen bu hükmü iptal de edecektir.
AİHM kararlarının da desteklediği gibi ceza tehdidinin varlığı, özgür basın faaliyetinin engellenmesi demek.
Ve bu da hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne hem de T.C. Anayasası'na aykırı.
Özgür basın faaliyetini kısıtlamaya yönelik her girişim, halkın haber alma hakkının engellenmesi demek ki zaten bu da temel bir Anayasal hak.
Ceza tehdidiyle, gazetecilerin çalışmasını önlemek isteyen rejimler, demokratik rejimler değildir.
*******
Anayasal düzene karşı darbe?
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Anayasa Mahkemesi'nin "yetkisini aştığını" düşünüyor.
Onun için de Anayasa Mahkemesi'nin Can Atalay ile ilgili kararına uyulup uyulmaması hakkındaki kararı Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nin "takdirine" bırakıyor.
İlginç bir durum bu.
Anayasa'nın 153. Maddesinde çok açık bir ifade ile şu yazıyor:
"Anayasa Mahkemesi kararları, Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar."
Anayasa Mahkemesi'nin verdiği bir kararı beğenmeyebilirsiniz. Kararın, hukuk dışı olduğunu, hatta Anayasa Mahkemesi'nin, Anayasa'yı çiğneyerek sahip olmadığı bir yetkiyi kullandığını bile düşünebilirsiniz.
Nitekim, Motorlu Taşıtlar Vergisi'nin ikinci kez alınması ile ilgili Anayasa Mahkemesi kararını hemen kimse beğenmedi. Hatta bu kararın, Anayasa'nın eşitlik ilkesini ihlal ettiğini düşünenler de var.
Ancak karar, 153. Maddeye göre kesin ve herkesi bağlıyor. Vergiyi tıpış tıpış ödüyoruz.
"Benim takdirime göre bu kararı uygulamamak gerekir" diyebilme yetkisini haiz bir makam, kişi vs. yok.
Ama Yargıtay'ın Başsavcısı çıkıp, Yargıtay'ın bir dairesine bunu önerebiliyor.
Yanıtlarından kimsenin hoşlanmayacağı iki sorum var:
Anayasa'sı, meşruiyetlerini doğrudan doğruya o Anayasa'dan alan kurumlar tarafından yok sayılan bir ülkeyi bekleyen gelecek ne olabilir?
Anayasal kuruluşları, "Anayasal düzene karşı darbe" sayılabilecek faaliyetler içinde olan bir ülkenin geleceği olabilir mi?
******
Yeni müfredat neyi amaçlıyor?
Millî Eğitim Bakanlığı'nın açıklamasına göre ilk okul, orta okul ve lise müfredatı tamamen değişiyor.
Yeni müfredat önümüzdeki eğitim öğretim yılıyla birlikte uygulamaya konulacak.
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, "değişiklikle çocuklarımıza gereksiz, düzeylerinin üstünde bir bilgi yüklemesi yapmayacağız, derslerin tamamında sadeleşme olacak" dedi.
Bakan, çalışmalar tamamlandığında yeni müfredat ile ilgili bilgilerin kamuoyuyla paylaşılacağını da açıkladı.
Bu açıklamadan da anlıyoruz ki müfredat, Millî Eğitim Bakanlığı'nda hazırlandı ve tamamlandı. Lütfedip bizlere de açıklayacaklar.
Yusuf Tekin, AKP iktidara geldiğinden beri göreve getirilen dokuzuncu bakan.
Ve Bakan'ın söylediğine göre müfredatın gereksiz bilgilerle dolu olduğu ve çocukların kafalarını gereksiz bilgilerle doldurduğu yeni anlaşılmış!
Bugüne kadar uygulanan müfredatın mükemmel olduğunu elbette kimse iddia edemez.
Lise ve üniversitelere giriş sınavlarının sonuçları da gösteriyor ki eğitim sistemimiz çocuklara esasen hiçbir şey öğretmiyor.
PISA sonuçları da eğitim çağındaki çocuklarımızın, OECD ülkelerindeki çocukların çok gerisinde olduğunu, Türkçe eğitiminde bile ciddi sorunlar yaşadığımızı anlatıyor.
Bakan'ın dediği gibi müfredatın sadeleşmesi, bu sorunu çözecek mi?
Bundan hiç ümitli olmadığımı söylemeliyim.
Çünkü Erdoğan yönetiminin eğitim konusunda tek bir önceliği var: Eğitimi, dini temeller üzerine kurmak.
Seçmeli din derslerinin sayıları ve saatleri artarken, önemli derslerin saatlerinin azalmasının nedeni de bu.
Yeni hazırlandığı açılanan müfredatın temel hedefinin de bu olacağını şimdiden söyleyebilirim.
Dini eğitimi önceleyen bir müfredatın, düşünen, tartışan, sorgulayan nesiller yetiştiremeyeceğini söylemeye gerek yok.