Bütün kaynağı kamu yaratıp, kullandırdığına ve her şekilde geri ödemeyi de garanti ettiğine göre niye işi kendisi yapmıyor da bir de bu işi yapan şirkete kâr transferi yapıyor?
AKP milletvekillerinden bazıları, Genel Başkanları Recep Tayyip Erdoğan ile yaptıkları toplantıda vatandaşların köprü ve otoyol geçiş fiyatlarının yüksekliğinden şikâyet ettiklerini anlatmışlar.
Bunun üzerine Erdoğan şunu söylemiş:
“Haklısınız ama her hizmetin de bir bedeli var. İnsanlar hem hizmet almak istiyor hem de ‘Köprüler, tüneller bedava olsun’ diyor. Böyle bir şey olmaz.”
Devlet dediğimiz aygıtın; vatandaşlarından vergi toplamasının gerekçesi genel olarak şu genel hizmetleri yapabilmesi için: Savunma, alt yapı tesisleri, eğitim, güvenlik vs.
Hatta 12 Eylül’den sonraydı, şöyle bir slogan bile vardı: “Ödediğiniz vergiler size yol, su, elektrik olarak geri döner!”
Hem vergi ödeyip hem de otoyol, köprü, şehir hastanesi gibi hizmetlerden yararlanmamız için soyulmamız, kamu yönetimi biliminin neresine sığıyor, bilemedim.
“Yap – İşlet – Devret” (YİD) diye isimlendirilen finansman modeli, idarenin kendi kaynaklarını kullanmadan alt yapı yatırımlarını yapabilmesini sağlamak için icat edilmiş bir yöntem.
Bu sistemde, bir işi yapacak kişi ya da şirket, belli bir süre o tesisi işletecek, sürenin sonunda da kamuya devredecek. Böylece idare, kıt kaynaklarını başka yerlerde kullanabilecek, vatandaş da hizmetten eksik kalmayacak.
Bizim memlekette uygulanan sistem ise bir tuhaf.
Şirket işi yapıyor, ama kârı garanti eden de kredisini sağlayan ve kefil olan da biziz.
Şirket, bu işi yapmak için büyük ölçüde kamu bankalarının kredi olanaklarını kullanıyor. Bu yüzden de kamu bankaları, asıl görev alanlarında vermeleri gereken kredileri bu işlere akıtıyor.
Onun için mesela tarımsal üretime ayrılması gereken kredi kaynakları inşaata kayıyor, buğdayı, ayçiçeğini ithal etmek zorunda kalıyoruz. Ekilen toprakların yüz ölçümü her yıl bu yüzden azalıyor.
Öte yandan Hazine, bu işler için kullandırılan kredilere de kefil. Yani krediyi alan borcunu ödemez ise Hazine borcu ödemeyi garanti ediyor. Hazine bu garantiyi verirken vergilerimize güveniyor.
Bitmedi: Hazine, bu tesislerin işletilmesi sırasında doğacak gelir açıklarını kapatmaya da kefil. Bunu da garantili kullanım miktarı yoluyla sağlıyor.
Yani bizim bankamızdan kredi alıyor, kredinin geri ödenmesinin garantisi biziz, müşteri garantisi de biziz, işi yapıyor ve kullansak da kullanmasak da bizden tahsil ettiği parayla krediyi ödüyor, kârını da cebine atıyor.
Bu yöntemin halka ucuza mal olduğunu söyleyen AKP ileri gelenlerinin ciddi bir aritmetik dersine ihtiyaçları olduğu görülüyor.
Bütün kaynağı kamu yaratıp, kullandırdığına ve her şekilde geri ödemeyi de garanti ettiğine göre niye işi kendisi yapmıyor da bir de bu işi yapan şirkete kâr transferi yapıyor?
Garantilerin gereksiz yere yüksek tutulmasının nedeni de bu.
Asıl amaç iş yapıyor görüntüsü altında kamu kaynaklarının bazı inşaat şirketlerine transfer edilmesi.
Dünyada kamu ihalelerinden en çok payı alan ilk on şirketten beşinin Türk şirketleri olması da bu nedenle tesadüf değil.
Bu tür işler hep aynı şirketlere veriliyor, çünkü onlar “nasıl yapacaklarını biliyorlar!”
Araya yeni şirketler giremiyor çünkü kimse onlara işlerin “nasıl yürüdüğünü” anlatma zahmetine girmek istemiyor, düzen kurulmuş zaten, tıkır tıkır yürüyor.
İşte işin püf noktası tam da burada!
Bunun ahlaki rasyoneli de şu: Çalıyor ama çalışıyor!
********
Binali Bey’in hesapları
AKP Genel Başkanı, partisinin milletvekilleri ile yaptığı toplantıda tanınmış “Türk düşünürü” Binali Yıldırım’dan bir aforizma aktarmış: “En pahalı hizmet, olmayan hizmettir.”
Binali Bey böyle diyorsa emin olun böyledir.
Çocuklarını da bu düstur ile yetiştirmiş, ödülünü de yedi denize yayılmış dev bir gemi filosu olarak almıştı.
Mesela Zafer Havalimanı için üzülüp duruyorduk.
Bu havalimanı için geçtiğimiz yıl iç hatlarda 775 bin 137, dış hatlarda 524 bin 596 kişilik garanti verilmişti.
Havalimanını iç hatlarda 9 bin 228, dış hatlar terminalini de 1904 yolcu kullandı, geri kalan parayı aramızda topladığımız vergilerle biz ödedik.
Zafer Havalimanı’nı kullanacak Afyonkarahisar’ın nüfusu 2021’de 744 bin idi. Kütahya’da da toplam 248 bin kişi yaşıyordu.
Toplamı 1 milyonu bulmayan nüfusa hizmet edecek havalimanı için 1 milyon 300 bin yolcu garantisi hesabının nasıl yapılmış olduğunu hep merak ediyordum, böylece öğrenmiş olduk:
En pahalı hizmet, olmayan hizmettir!
Düşünün şimdi, Zafer Havalimanı yapılmamış olsaydı, cebimizden kim bilir kaç lira daha fazladan çıkacaktı!
Ankara Garı da böyle.
Geçen yıl için 8 milyon yolcu garantisi verilmişti, 1 milyon kişi ancak kullanabildi.
Kullanmayan her yolcu için 1,5 ABD Doları garanti ödemesini yaptık.
Yani eski gar binasını yıkıp, yenisini yapmasaydık, hiç para ödememiz gerekmeyecekti ama o zaman yeni gar da olmayacağı için 10 milyon dolar ödeyerek kârlı çıktık!
Nasıl, hesaba aklınız yatmadı mı?
Binali Bey’in gözlerinin içine bakın, o zaman anlarsınız!
*****
2011’de Birleşmiş Milletler tarafından “down sendromuna” dikkat çekmek için ilan edildiğinden beri 21 Mart, Dünya Down Sendromu Günü.
Türkiye Down Sendromu Derneği de down sendromlu bireylerin hayatın her alanında yer aldıklarına, çalışıp, ürettiklerine ve haklarını savunduklarına dikkat çekmek için “rengimiz belli olsun” kampanyası düzenliyor.
Bu yıl farklı renkteki çoraplarınızı ellerinize giyerek çektirdiğiniz fotoğrafları sosyal medyada paylaşırken “rengimizbelliolsun” hashtagi kullanarak kampanyaya destek olabilirsiniz.