İlk ciddi itiraz...
"Sebepsiz zenginleşme yoluyla, AKP'de yeni bir sınıf oluşuyor..."
Sanıyorum 2011 yılında, ilk itiraz AKP kurucularından Ayşe Böhürler'den geliyor.
AKP'nin bir Kızılcahamam kampında, Tayyip Erdoğan'ın ve bütün partililerin huzurunda, bu eleştiriyi getirince, Erdoğan Böhürler ile hemen özel bir görüşme yapıyor.
Sonradan...
Parti yönetimi (MYK) seçimlerinde Böhürler'in isminin üstüne "çizik atılıyor" ve seçilmiyor.
Eleştirmeyeceksin, sadece itaat edeceksin!..
Bu otoriter tavır daha 2011 yılında uç vermeye başlıyor, Erdoğan gerçek niyetini o tarihte gösteriyor.
Arada çok eleştiri var
Böhürler'den sonra, zaman zaman AKP'nin önde gelen üç kurucusundan ikisi Abdullah Gül, Bülent Arınç, eski AKP milletvekilleri Mehmet Metiner, Şamil Tayyar, arada Abdurrahman Dilipak gibi gazeteciler benzer eleştirileri dile getirdiklerinde...
"Tasfiyeye uğruyor, dışlanıyor".
Sanıyorum 2012 yılında Ayşe Böhürler görüşünde ısrar ediyor:
"AKP'yi kurduğumuz günlerdi. Ankara'ya gittiğimizde genellikle dostların evinde kalıyor, uzun sohbetler ediyorduk.
Ne var ki, partinin zenginleştiği dönemlerde bu samimi ortamı bulamadık".
2015'te Böhürler aynı çizgide:
"Sadece imam hatip mezunu olduğu için birini göreve getirdiğimizde kaybetmeye başladık.
Başta yoksulların sesiydik, herkes Erdoğan'a kolay ulaşır, fikrini söylerdi. Zamanla o iletişim kanalları devam etmedi.
Herkes siyaseti kişisel ikbal ve beklenti için yapıyor".
Kibir ve zenginleşme
AKP'nin halktan kopuşuna "kendi içinden" gelen tepkilerden biri Temmuz 2021'de yazdığı bir yazıyla Mehmet Metiner'e ait:
"AKP'de her düzeyde ciddi kibir ve böbürlenme sorunu var. En fenası, bu kibir dolayısıyla milletle inatlaşma var. Bu durum milleti fena halde rahatsız ediyor".
Dün ise, yandaş yazarlardan biri kendi gazetesinde aynı konuyu vurguluyor:
"Helal - haram sınırı gözetmeksizin zenginleşen bir AKP'li sınıf var, özellikle AK Partili demiyorum. Bunlar davanın ayrık otudur, temizlenmez ise, partinin bir seçimlik ömrü kaldı".
Dikkat çeken ayrıntı, yıllardır cansiperane biçimde desteklediği AKP'yi "özellikle AK Partili demiyorum" diyerek, AKP'nin "AK" özelliğini kaybettiğini söylemek istiyor.
Bir zamanlar AKP'de milletvekilliği yapmış, Erdoğan'ı hep desteklemiş, danışmanlık yapmış insanların önemli bir bölümü aylardır AKP'ye karşı tavır içinde.
Elle tutulur halde
AKP iktidarında sadece yandaşlara görev verilmesi, birkaç maaş almalarının sağlanması, ihalelerin hep kendilerine yakın şirketlere verilmesi, ilanların yandaş gazetelere akıtılması, yolsuzluk iddialarının her mahallede konuşulur hale gelmesine ek olarak, yeni bir yaşam biçimi...
"AKP'nin oluşturduğu yeni sınıfın gözle görülür, elle tutulur haline dönüşüyor".
Bizim siyasal tarihimizde siyasal iktidarlar belli sermaye gruplarını desteklemiş olabilir, o sermaye grupları içinde belli kişilere arka çıkmış olabilir.
"Ancak, o destekler hep tekil düzeyde kalıyor, yeni bir sınıf oluşturmuyor.
AKP ise, diğer muhafazakar iktidarlardan farklı olarak, yeni bir sınıf yaratıyor".
Milovan Cilas
Yeni sınıf!..
Bu kavram Milovan Cilas'a ait.
Kim o?..
1950'de sosyalist Yugoslavya'nın kuruluşunda, Devlet Başkanı Tito'nun silah arkadaşı, sonradan onun sağ kolu.
Belli süre devlet yönetiminde kaldıktan sonra Cilas 1957 yılında "Yeni Sınıf" başlığı ile bir kitap yazıyor. Kitap öyle çarpıcı etki yaratıyor ki, bütün dünya yıllarca o kitabı konuşuyor:
"Sınıfsız bir toplumu kurmak amacıyla yola çıktık ancak, bir süre sonra kapitalist sınıfın yerini parti ve hükümet bürokrasisi ile o sistemin yarattığı belli bir sermaye sınıfı aldı".
Sanki günümüzde AKP iktidarını anlatıyor!..
Devamı da öyle:
"Yeni sınıf ancak demokrasiden uzak, otoriter bir merkeziyetçilikle ayakta kalabilirdi, zaten öyle oldu".
Cilas'a göre, o sınıf belli ayrıcalıklara sahip, yolsuzluk ve torpil üzerinden zenginleşiyor.
On yıl hapis
Cephelerde silah arkadaşlığı... İktidarda yoldaşlık... Sosyalist yönetimin ilk dört kişisinden biri...
Ama, Milovan Cilas o kitabı yazarak, sistemin bütün çarpıklıkları ve adaletsizliklerini yazınca...
Diktatör yoldaşı Tito'yu çok kızdırıyor...
"- Partiden kovuluyor,
- Mizah yazıyor, yazıları yasaklanıyor,
- Defalarca tutuklanıyor,
- Toplam on yılı aşkın hapiste kalıyor".
Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar hikayesinin daha ağır bir hali.
Yüzde 30 dolayında
AKP'ye dönersek...
Halktan bu ölçüde kopmuş bir parti, üstelik onca yoksulluğa rağmen, nasıl oluyor da, anketlere göre hala yüzde 30 dolayında oy alabiliyor?..
"- Kaygı,
- Dini motif".
AKP 4 milyon haneye, ki yaklaşık 15 milyon kişi ediyor, maddi katkıda bulunuyor. İktidar değişirse, yardım almaya devam eder miyim kaygısı nedeniyle, oy tercihleri zor değişiyor.
"Oysa, Millet İttifakı'nın sürekli anlatması gereken benzer bir sosyal yardım programı var".
İkincisi de, dinin oynadığı rol. Diğer partiler sanki dine uzak duruyormuş gibi bir izlenim yaratılıyor. Bu yanlışın düzeltilmesi gerek.
Bıkmadan, usanmadan asıl anlatılması gereken ise:
14 Mayıs bu hesapların çok ötesinde, demokrasi ile otoriter rejimin oylanacağı bir seçim.