Denetimi yok, hesap soranları suçlamak da, cabası. Günün birinde bu "Katar aşkının" fazileti nasılsa ortaya çıkar, malum hiç bir şey gizli kalmıyor
"Taraflar anlaşmanın uygulanması amacıyla birbirlerinin liman, hava alanı, hava sahası kullanma, topraklarında kuvvet konuşlandırma, tesis, kamp, birim, kuruluş ve askeri tesislerden yararlanma izni verirler. Savunma sanayi alanında işbirliği yapabilirler."
Kuvvet konuşlandırma, limanları ve hava alanlarını kullandırma ve daha da ötesi:
"Anlaşmazlık ortaya çıktığı takdirde, bu görüşmeler yoluyla çözülür. Bir yerel ya da uluslararası mahkemeye ya da üçüncü tarafa başvurulmaz".
"Anlaşma ve dostluk" dediğin böyle olur!..
19 Aralık 2014 tarihinde on yıl süreyle yürürlükte kalacak olan bu anlaşma kiminle kim arasında imzalanıyor?..
Elbette Katar'la!..
Öyle ki, anlaşmazlık çıkarsa, mahkemeye bile gitmiyorlar, anlaşmaya son veriyorlar, yeter ki, "mahkemelik olmasınlar!.."
Bu nasıl içli dışlı bir ilişki ki, Türkiye Libya ile askeri anlaşma imzalayacağı zaman, yanına yine Katar'ı alıyor. 18 Ağustos 2020'de "üçlü anlaşma" imzalanıyor.
Sat satabildiğini Katar'a
Katar'ın nüfusu 2 milyon 901 bin, küçük bir ülke. Türkiye ile ticaret hacmine bakarsanız, 2019 verileriyle bir milyar 426 milyon dolar. Hiçbir şey değil. Ama parası bol. Petrol ve doğalgaz...
Buna karşılık, Türkiye'den satın aldığı mallar dudak uçuklatıyor:
Sakarya tank palet fabrikası, ihalesiz
Ataköy'de 125 dönüm arsa,
Kanal İstanbul arazisinde 45 dönüm arazi,
Digiturk, ihalesiz,
ABank,
Finansbank,
Haliç Port'a yatırım,
Antalya Limanı,
İstanbul Boğazı'nda en pahalı yalı,
Ve son olarak Varlık Fonu tarafından satılan İstanbul Borsası'nın yüzde on hissesi.
Kaça satılıyor?..
Bilen yok!..
Hangi koşullarda satılıyor?..
Bilen yok!..
Madem satılacaktı, neden ihaleye çıkılmıyor?..
Bilen yok!..
Neden Katar'a satılıyor?..
Bilen yok!..
Hep Katar satın almıyor, Türkiye de Katar'dan satın alıyor, "hediye" denilen, 500 milyon dolarlık uçak!..
Futbolda da Katar
Futbol maçlarını canlı yayınlayan kuruluş Digiturk. Şu anda Katar'a ait!..
Geçen yıl futbol kulüpleri Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) üzerinden Digiturk'le, yani Katar firmasıyla 500 milyon dolar karşılığı anlaşma imzalıyor.
Sonra ne oluyor?..
Geçen yıl Digiturk "ben parayı ödeyemiyorum, 90 milyon dolar indirin, doları da 5.80 TL'ye sabitleyin!.." diyor.
90 milyon dolar indiriliyor, dolar 5.80 TL'ye sabitleniyor.
Digiturk bu yıl "kulüplere 220 milyon dolar ödeyebilirim" diyor. Oldu, olmadı derken, o anlaşma da imzalanıyor. Digiturk kulüplere avans ödüyor.
Anlaşmayı kim imzalıyor?..
Türkiye Futbol Federasyonu ile Digiturk.
Masada ayrıca kim var?..
Gençlik ve Spor Bakanı var!.. Türkçesi, "Reisin" iradesi var.
Bu ne anlama geliyor?..
"Eyyy TFF, fazla uzatma da, bastır imzayı" emrini ifade ediyor, Bakan o masada boşuna mı oturuyor?..
Bu "mutlu anlaşma" sonrasında TFF Başkanı Nihat Özdemir sürprizi patlatıyor:
"Bu yıl Süper Lig kupa finalinin Katar'da oynanmasını istiyoruz!.."
Ne alaka?..
O da bilinmiyor!..
Finalin orada oynanmasını isteyen kim olabilir?..
Bunu bilmeyen mi var?..
Katar aşkı
İçimiz dışımız Katar.
Askeri anlaşmalardan futbola, bankalardan yalılara, limanlardan borsaya kadar, sat Allah sat!.. Kim bilir hangi pazarlıklarla, hepisini Katar'a sat!..
Son satış İstanbul Borsası'nın yüzde on hissesi.
Dün yandaş medyanın dikkate değer günlerinden biri.
"Biri hariç, yandaş medyada İstanbul Borsası satışı birinci sayfalarda yer bulamıyor!.."
Birkaç yalaka bu satışı yazdıkları köşelerde mır mır savunmaya çabalıyor ama satış birinci sayfalarda yok. İki olasılık var:
Ya yandaşlar bile, bu satışı artık fazla buluyor ve birinci sayfalarından duyurmak istemiyor.
Ya da, sık sık yaşandığı gibi, gelen emirle ve kim bilir hangi nedenle, bu satış birinci sayfalardan gösterilmiyor.
Artık ne ise, sorun elbette o değil, sorun vahim boyutlarda.
Türkiye'nin varlıkları tek tek aynı devlete (ülkeye) satılıyor ve kaça satıldığını kimse bilmiyor. Kaldı ki, tank palet fabrikasında olduğu gibi, satışın devamında verilen "bir yıl sonra üretime geçilecek" sözleri de, aradan iki yıl geçmesine rağmen, yerine getirilmiyor.
Denetimi yok, hesap soranları suçlamak da, cabası.
Günün birinde bu "Katar aşkının" fazileti nasılsa ortaya çıkar, malum hiç bir şey gizli kalmıyor.
* * *
Ohhh rahatladık, "Reis" depremin şiddeti sorununu da çözdü
Türkiye'de bir deprem olduğunda, iki açıklama yapılıyor. Biri Kandilli Rasathanesi, diğeri AFAD. Bu iki kurum zaman zaman "aynı depremin şiddetini farklı" yayınlıyor. Son İzmir depreminde olduğu gibi. Bu durum ilgili kurumlarda rahatsızlık yaratıyor.
Ve siz şimdi habere (!) bakın:
"Tartışmaya Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın nokta koyduğu ortaya çıktı. Erdoğan'ın 'iki kurum da, depremin büyüklüğünü verecek' dediği öğrenildi."
Haber devam ediyor, Kandilli'nin müdürü ki, o zat bir profesör, patlatıyor bombayı:
"Cumhurbaşkanımızın bu yönde tavsiyeleri var, sağolsun bizi rahatlattı, önümüzü de açmış oldu. Dolayısıyla çok daha rahatladık, şimdi deprem büyüklüklerini verebiliyoruz."
Böylelikle hepimiz rahatlıyoruz!..
Keyfimiz yerine geliyor, "Sayın Cumhurbaşkanının talimatları doğrultusunda" artık depremin şiddetiyle ilgili hiçbir sorun kalmıyor.
Şiddetle ilgili bir sorun filan olursa, en kötü ihtimal, şiddeti de "Sayın Cumhurbaşkanımız" belirler, "daha çok rahatlarız".
Kıyıda köşede kalan bir haber ama, "Türkiye'den medya manzaraları" faslında, bence "ödüllük" bir haber.