Son günlerde muhafazakâr ve İslamcı isimlerden görmezden gelmenin imkânsız olduğu tuhaf uyarılar geliyor; tam da 15 Temmuz’un altıncı yılına yaklaşırken. Bu çıkışların ortak noktasında camilerde içten içe bir şeylerin çevrildiği, hatta Diyanet İşlerinin de buna adeta göz yumduğu iddiası saklı.
Örnek olarak Cemil Çiçek’in sözlerine bakalım. AK Parti döneminde TBMM Başkanlığı, Adalet Bakanlığı, Hükümet Sözcülüğü yaptı, şimdi de Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare kurulu üyesi. Milliyet muhabiri Abdullah Karakuş ile 11 Temmuz’da yayınlanan söyleşisinde “15 Temmuz iyi aydınlatılmalı derken soruşturmaların hukuki boyutu yanında “din eğitimi, din anlayışı boyutuna” dikkat çekiyordu. Bununla süreç içinde gizli bir örgüte dönüşen Fethullah Gülen cemaatini kast ettiği belliydi. Ancak Çiçek 15 Temmuz’un bir cemaat liderinin planlayacağı bir iş olmadığını söyleyerek ABD’yi suçluyordu. Yabancı istihbaratçılar Türkiye’deki değişik sosyolojik grupların organizasyonlarında çalışıyor diyordu.
Çiçek, Sözcü yazarı Aytunç Erkin’in soruları üzerine bu sözlerini açarken konuyu Fethullahçı örgütlenmenin de ötesine taşıdı, “kayıt dışı dinin” devlet güvenliği için tehlike haline geldiğini söyledi.
“Aynı kıbleye yöneldiğimiz insanlar”
Bu sözler Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın henüz “kandırıldık” demeden önce Fethullahçılara arka çıkmak için söylediği “aynı kıbleye dönüyoruz” sözlerini hatırlatıyor ama Çiçek bir başka anlamda kullanmış:
• “Türkiye’nin içinde yasal ya da yasal olmayan organizasyonlar içindeki istihbaratçılara bakılmalı.
• “Şehir şebekesine temiz su vermezsen, klorlamazsan, millet gider koli basili olan sudan içer. Diyanete çok iş düşüyor.”
Çiçek burada Fethullah Gülen’in örgütlenmesine İzmir’de Kestanepazarı Camii’ndeki vaazlarıyla başlaması örneğini verdikten sonra nasıl ekonomi ve siyasette kayıt dışılıkla mücadele ediliyorsa, dinde kayıt dışılıkla da mücadele istiyor. Nedenini şöyle izah etmiş:
• “Terörün arkasında bazen aynı kıbleye yöneldiğimiz, bazen aynı ittifak içinde olduğumuz, bazen de her ikisi birden olan uluslararası güçler var.”
Benzeri ama çok daha açık bir uyarıları Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da zaman zaman görüştüğü İsmailağa Cemaatinin popüler siması, “Cübbeli” Ahmet Mahmut Uslu’nun da yaptığına, T24’te Murat Sabuncu dikkat çekmiş.
Camilerde Vehhabi propagandası
Cübbeli Ahmet Hoca, Çiçek’in Sözcü’deki sözlerinin yayınlandığı 12 Temmuz günü bazı isimleri de açıkça yazarak bir dizi Tvit mesajı yayınladı.
Bu mesajlarda Kuveytli Osman el-Hâmis ve Filistinli Mahmud el Hasenat ismen ihbar edilerek, bu şahısların camilerde (Örneğin Sakarya’da, İstanbul, Sultangazi’de) imam yerine namaz kıldırıp Cuma hutbesi ve vaaz verdirilmesi eleştiriliyor, bu nedenle Diyanet İşleri Vehhabi propagandasına izin vermeye devam ederse “iç savaş körüklemekle” suçlanıyor.
Şu iddia önemli:
• “Bunlar şu anda kendilerine yer edinmeyi hedefliyorlar, daha sonra da câmiilerde bu kadar kalabalık toplayan bu kişilerin insanlarda büyük etkisi olduğu için onları sokağa dökmesi kaçınılmaz olacaktır.”
“Cübbeli Ahmet Hoca da bunu söylüyorsa” diyenleriniz varsa, bir de şu sözlerini okuyun:
* “Ayrıca Akit Gazetesi’nin dağıttığı Vehhâbîlerin en büyük kitabı Kitabu’t-Tevhîd’i okumamanız ve evinizde varsa yakmanız husûsunda uyarıyoruz!”
Siyasi İslamcı camiadaki fay hatlarında ciddi bir enerji birikimi seziliyor. Cübbeli, bu kişilerin Türkçe vaazlarında Erdoğan ve Türkiye’yi övüp Arapça vaazlarında kâfir dediklerini de aktarıyor.
Diyanet camilerde kontrolü kaybediyor mu?
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş devlet yönetimi ve toplumsal konuların her alanına müdahale ediyor ama görünen o ki camilerde neler döndüğü üzerinde kontrolü elden kaçırmış. Çünkü aksini düşünmek bilerek göz yumduğu anlamına gelir ki o daha tehlikeli olur.
Vehabilik, malum Suudi Arabistan’ın resmî ideolojisi. Siyasi İslamcı ideolojilerin Türkiye’deki camilerde kurdukları tezgâhların ise Çiçek’in dediği gibi Batılı ülkelerin çıkarlarıyla da birleşebilen bir tarihi var.
Örnek mi? Güya İngilizler tarafından aranan Hindistan Hilafet Cemiyeti’nin bir üyesi vardı. 1920’de İngiliz işgali altındaki İstanbul’a gelmiş, Aksaray’da ev kiralamış derin din bilgisinin derinliğiyle Beyazıt ve Eyüp Sultan camilerinde çevre edinmiş, öne çıkmıştı. Bir süre sonra kurduğu Türk-Hint Uhuvvet-i İslamiye (İslam Kardeşliği) adlı sivil toplum örgütü üzerinden Hint Müslümanlarının topladığı 3 milyon İngiliz altınını Ankara’daki kurtuluş hareketine iletmek üzere harekete geçti. Uzatmayayım, ayrıntıları Meraklısı İçin Casuslar Kitabı’nda var. Mustafa Sagir özel olarak yetiştirilmiş bir İngiliz ajanıydı, ortada altın filan da yoktu. Görevi Mustafa Kemal’i (Atatürk) öldürmekti. Yakalandı ve Ankara’da idam edildi.
Başka örnekler de var
Siyaset bilimci Behlül Özkan’ın bulgularına göre, Komünizmle Mücadele Derneğinin kurulduğu 1950 yılında Mısır’daki Müslüman Kardeşler (İhvanı Müslimin) örgütünün kurucusu Hasan el Benna’nın “Dışişleri Bakanı” Said Ramazan Türkiye’deki camilerde hutbe okumaya başlamıştı. Kayıtlarda 10 Kasım 1950’de, Atatürk’ün 12’inci ölüm yıldönümünde Fatih Camiindeki hutbesi var. 1953’te Ankara, Hacı Bayram Camiinde öyle izdiham olmuştu ki, gazeteci Mehmet Şevket Eygi’nin ifadesine göre, hutbe okuyacağı minbere on dakikada yürüyebilmişti.
Eygi, 27 Mayıs darbesi ardından çıkardığı ve 1968’deki ABD 6’ıncı Filo ziyaretini savunup Kanlı Pazar’ı kışkırttığı Bugün gazetesi için İhvan kaynaklarından, o zamanın parasıyla 400 bin lira (bugün yaklaşık 5 milyon lira) fon almıştı. O zaman Suudi Arabistan İhvan’ı destekliyordu. Aradaki bağlantı 1962’de Arap-Amerikan petrol şirketi, ARAMCO’nun fonlarıyla kurulan Rabıtatül Alemil İslami, kısaca Rabıta’da Türkiye’yi temsil eden kişi ise Nur cemaatinin kurucusu Said-i Nursi’nin “Dışişleri Bakanı” Salih Özcan idi. Özkan’ın dün yayınladığımız “Pilotların taşıdığı risalelerden 15 Temmuz’a” araştırması camilerde karıştırılan işlerin bugün başlamadığını gösteriyor.
“Bir şeylerin zemini mi hazırlanıyor”?
Bu soruyu soran kişi hükümete yakın Türkiye gazetesinin Yayın Koordinatörü Yücel Koç. Tamam işin içine hamaset de katmış ama 6 Temmuz’da “NATO’nun, CIA’in, Pentagon’un uşaklığını yapan sadece FETÖ değil” diye yazmış. Gazeteci Fehmi Koru, aynı gazetede asıl Fuat Uğur’un bu konudaki yazılarına bakılmalı diyor. Katılıyorum. Uğur 2016’da Nisan ayında yazdığı iki yazıyla “Cemaati” darbe konusunda uyarmış, devletin her şeyden haberi olduğu, kaybedecekleri konusunda uyarmıştı. O zamandan beri o güzle okurum. 28 Haziran’da şunu yazmıştı:
• “Bitleri kanlandı. Sanıyorlar ki devlet gaflet uykusunda ve ne yapacağını bilmiyor. Ders almadılar. (…) Üniformalı ya da sivil; ABD’nin Türk cezaevlerindeki tüm askerlerine ve casuslarına yenileri eklenecektir şüphesiz”.
Ortada iki ihtimal görünüyor
Bu ihtimalleri saymadan önce 15 Temmuz’u daha iyi anlamamızı sağlayacak bir açı daha verelim: Siyasi İslamcı bir hareketin muhafazakâr, dindar ve İslamcıların oylarıyla kurulan siyasi iktidarını devirme girişimidir.
Görünen ihtimallerin ilki, yine İslamcı fraksiyonlar arasında ciddi bir kavganın Türkiye sahnesinde, havada darbe lafları, iç savaş lafları uçuşurken patlamak üzere olduğudur. İkincisiyse, böyle bir tırmanış aslında yoktur ama AK Parti iktidarının mevcut siyasi ve ekonomik tabloyla seçime gitmek istemediği için sanki yeni bir 15 Temmuz olacakmış gibi siyasi rakiplerini sindirmek isteyecektir.
Bir ihtimal daha mı var? Onu da siz söyleyin o zaman.