Erdoğan’ın “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçu

Haber Tarihi: 28.10.2019


Müslümanlar, inançları öyle emrediyor diye, Müslüman olmayanlara şiddetle davranmak durumundalarsa, İslamofobi’den hangi gerekçelerle şikayet ediyorlar?

Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz cuma günü, namazın sonunda camiyi terk ederken hocanın elindeki mikrofonu aldı ve cemaate hitap etti.

Önce Kur’an’dan bir ayet okudu.

Sonra da mealini söyledi:

“Küffara karşı şiddetli olmamızı Rabbim bizlere emrediyor. O bizler kim? Muhammed ümmeti. Dolayısıyla kendi aramızda da merhametli olmamızı bize emrediyor. Kendi aramızda merhametli olacağız. Küffara karşı da şiddetli olacağız. Suriye'de olduğu gibi. İnşallah Suriye’de Rabbim bizlere vadetti. Nasrun minallahi ve fethun karib ve beşşiril mu’minin.”

Erdoğan’ın söylediği bu Arapça sözler, bir ayet. Meali: Allah’tan bir yardım ve görünen bir fetih. Müminlere müjde ver.

Suriye’de ölüp giden milyonlar Müslümandı. Ve öyle görünüyor ki zafer Müslümanların değil, petrole sahip çıkan Amerikalılar ile artık geri dönülmez şekilde Suriye’ye çöreklenen Rusların olacak.

Yani günümüz gerçekleri ışığında şunu söyleyebilirim: Cumhurbaşkanı boş konuşuyor!

Ancak konuşmasının “bir silah gibi dolu” bir yönü de var, ona dikkatinizi çekeceğim.

“Küffar” diye tanımladığı “şiddetli” olunacak kişiler, Müslüman olmayanlar.

Erdoğan’ın “Müslüman olmayanlar” tanımı bir hayli geniş, bunu biliyoruz.

Sadece Hristiyan, Yahudi, Budist, ateistleri vs. kast etmiyor.

Onun bildiği gibi yaşamayanları da Müslümandan saymadığı malum.

Ve “Cumhurbaşkanı” sıfatını taşırken söylediği söze bakın: Müslüman olmayanlara şiddetli olacağız.

Cumhurbaşkanı, bu sözleriyle, bu ülkenin vatandaşları arasına düşmanlık tohumları saçıyor.

Bu ülkede sadece Müslümanlar yaşamadığı gibi, sorulduğunda dinini “Müslüman” olarak açıklayan çok büyük bir çoğunluk da Cumhurbaşkanı’nın inandığı gibi yaşamıyor.

Ülkenin bir bölümü, Cumhurbaşkanı’nın talimatına uyup, “bunlar bizden değiller, onlara layık oldukları şiddeti verelim” derse, geri kalanların da eli armut toplamayacak her halde.

Cumhurbaşkanı, ne istediğinin, neye davetiye çıkardığının farkında mı acaba?

Bu bir suç. TCK’nın 216. Maddesinde düzenlenmiş bir suç: Halkı, kin ve düşmanlığa tahrik!

Maddenin “şiddet içeren ya da şiddeti tavsiye eden tahrikleri” ağırlaştırarak cezalandırmayı hedeflediğini belirtmeme bilmiyorum gerek var mı?

Tabii Cumhurbaşkanı bu nedenle yargılanmayacak. Çünkü Anayasa gereği sorumlu tutulamaz.

Ancak bu sorumsuzca konuşmasına da neden olmamalı.

Kendisi laik bir Cumhuriyet’in Cumhurbaşkanı.

Vatandaşları arasında dini inançlara, etnik kökenlere, fiziksel özelliklere vs. göre ayrım yapamaz.

Karşısında cami cemaatini bulunca gaza gelmemeyi öğrenmek zorunda.

Kendi kendine böyle düşünmesinde bir sakınca yok, bu tür fikirlerini kendisine sakladığı sürece!

Ve bir kez daha aynı şeyi sorayım:

Müslümanlar, inançları öyle emrediyor diye, Müslüman olmayanlara şiddetle davranmak durumundalarsa, İslamofobi’den hangi gerekçelerle şikayet ediyorlar?

Allah’ın bir lütfu olarak, İslam’ı böyle anlayanların çoğunlukta olduğu bir ülkede yaşamıyoruz.

Kur’an’ı Kerim’in ayetlerini, bütün içindeki bağlamından, indirildiği dönemin şartlarından ve indirilmesine vesile olan gerekçeden soyutlayarak yorumlayanların sayısı arttıkça, Müslümanların yaşadığı ülkelerde de İslamofobi’yi engellemek mümkün olamaz, benden söylemesi.

********

Birisi ona “kara sınırlarını” anlatmalı

Cumhurbaşkanı’nın pek beğendiği bir fikri var.

Bu fikrini çok beğendiği de şuradan belli ki bunu açıklamaktan özel bir zevk de alıyor. Sıkça yapıyor.

Önceki gün bunu yine tekrarladı: “Projelere destek verilmezse açarız sınırları, yürüsünler Avrupa’ya!”

Sonra da ekledi: “Şantaj yapmıyoruz!”

Şantaj yapıyor olsa acaba ne diyecekti, bilemedim. “Kaparız sınırları” mı?

Her neyse, işimiz Türkçe dersi değil.

Cumhurbaşkanı belli ki karayoluyla hiç ülke değiştirmemiş.

İnsanın o kadar jumbo jeti olunca, karadaki sınırları da havadaki gibi “hop diye geçilebilir” zannetmesi kolay tabii.

Ben kendisine tarif etmeye çalışayım.

Kara sınır kapısı dediğimiz şey, sınırdaşımızla karşılıklı iki kapı demektir. Önce birinden geçersin, arada çok geniş olmayan bir “no man’s land” vardır. Yani kimseye ait olmayan bir alan! Orayı geçer, komşunun sınır kapısına gelirsin.

Yani sen sınır kapını açtın, “buyurun geçin” dedin diye karşıdaki sınır kapısı otomatik açılmaz. İnsancıklar, senin sınır kapına ve no man’s land’e yığılıp, kalırlar.

Deniz için de aynı şey geçerli. Bodrum’dan çıkmış olman, Kos’tan karaya çıkmanı garantilemez. Seni oradan geri çevirebilirler, hata bu işi karasularına girmeden de yapabilirler.

Bu sorunu çözmenin de bir tek yolu var: Yasa dışı sınır geçişlerine göz yumarsan!

Yani insanları çayıra salar, Yunanistan ya da Bulgaristan’a, sınır kapısı olmayan yerlerden, tel örgüleri aşarak geçmelerini teşvik edersin.

Sınırlarını yol geçen hanına çevirmek bir devlete yakışır mı? Bunu bilemiyorum tabii.

Ben Cumhurbaşkanı olsam “Mehmet Bey’in devletinin sınırları kevgir gibi” sözünü gururuma yediremezdim.

Gerçi Suriye sınırımızı bir ara kendi ellerimizle bu hale getirmiştik ama!

********

Binali Bey, kulağım hâlâ sizde

Geçen gün fark ettim, Binali Yıldırım yurt gezisine çıkmış, Aydın’a da uğramış.

Gitmişken çarşı içinde döner ve kabak tatlısı da yedi mi, bilmiyorum.

Yolunuz düşerse aklınızda olsun, bunları yemezseniz Aydın’a gittim de demeyin!

Binali Bey’e, bazı sorular sormuş ve yanıt vermesini beklemiştim.

Yanıt vermedi, mahkemeye verdi.

Olsun, bu yüzden kendisine kırgın değilim, aramızda kişisel bir mesele değil bu çünkü.

Daha çok seçmenler ile Binali Bey arasındaki bir mesele bu. Ben sıradan bir gazeteciyim, işim de bu tür soruları sormak.

Geçen hafta Suriye filan derken soruları hatırlatma fırsatım olmadı, o da bu arada kalkmış Aydın’a gitmiş.

Demek ki aslında soruları yanıtlayacak vakti de var.

Onun için ben belki unutmuştur diye soruları tekrarlayayım:

1 – Geliri sınırlı bir memur ailesinin çocukları, bu gemicilik işini nasıl kurabildiler?

2 – Şirketlerin yükselişinin, Binali Bey’in siyasette yükselmesiyle bir ilişkisi var mı?

3 – İlk geminin alınması için Binali Bey 445 bin Euro’nun yarısını kendisinin ödediğini söylemişti. Bu 222.500 Euro, Binali Bey’in 2002 yılındaki servet beyannamesinde görünüyor mu?

4 – Bugüne kadar açıkça yalanlanmayan bilgilere göre Binali Bey’in çocuklarının 17 şirketi, 30 gemileri olduğu söyleniyor. Bu olağanüstü ticari başarıyı sağlayan iş idaresi yöntemi nedir?

5 – Binali Bey’in çocukları, bizim çocuklarımızın bilmediği hangi bilgilere sahipler ki 17 yılda bu kadar geminin sahibi olabildiler? Bu bilgileri bizim çocuklarımız da öğrenseler ve Türkiye, dünya denizlerinin tek hakimi olsa iyi olmaz mı?

6 – Kestane kebap, acele cevap!


 








MEHMET Y. YILMAZ İsimli Yazarın Diğer Yazıları